Boşanma Davası İkinci Cevap Dilekçesi Örneği

                                            KAYSERİ 5. AİLE MAHKEMESİNE

DOSYA NO : 2023/**** E.

DAVACI- KARŞI DAVALI :

VEKİLİ : Av. Gizem Gül UZUN

DAVALI- KARŞI DAVACI : *************

VEKİLİ : *********************

KONU : Asıl davaya beyan ve karşı davaya ikinci cevap dilekçemizin sunumu hakkındaki dilekçemizdir.

AÇIKLAMALAR :

Taraflar arasında Sayın Mahkemenizin yukarıda numarası belirtili olan dosyası kapsamında derdest boşanma davası bulunmaktadır. Davalı- karşı davacının vermiş olduğu asıl davaya ikinci cevap ve karşı davaya cevaba cevap dilekçesinin tarafımıza tebliğ edilmiş olması sebebiyle yasal süresi içinde asıl davaya beyan ve karşı davaya ikinci cevap dilekçemizi ibraz ederiz.

Tarafımızca açılan asıl davada ileri sürmüş olduğumuz tüm hususlar ile karşı dava için ibraz etmiş olduğumuz cevap dilekçesinde belirtmiş olduğumuz tüm hususlar somut ve maddi gerçeğe uygun olup; davalı- karşı davacı tarafından hukuki dayanaktan yoksun olma şeklinde ifade edilen iddiaları reddediyoruz.

Davalı- karşı davacı tarafından, tarafımızca Sayın Mahkemenize ibraz edilen ve kendilerine tebliğ edilen dilekçeler "SAYFALAR DOLUSU" olarak nitelendirilmiş, evlilik kurumunda yaşanılan olaylardan ziyade maddi beklentilerin bu dilekçe içeriklerinde yer aldığı haksız şekilde belirtilmiştir. Zira davalı- karşı davacı, işbu boşanma davamızda konu ettiğimiz ziynet eşyalarını geri vermek üzere müvekkilimden almış ve kendisi üzerine kayıtlı olan 28 BM *** plaka sayılı aracı satın aldıktan sonra müvekkilimden almış olduğu ziynetleri müvekkilime iade etmemiştir. Bu durumda uyuşmazlık konusu ettiğimiz ziynet hususuna ve davalı- karşı davacının evlilikteki ekonomik giderlere katılmayı reddetmesi şeklindeki boşanma davalarına konu edilen ve Yargıtay'ın birçok kararında da kendisine yer verdiği hususlara değinmemizde ne gibi bir sakınca olduğu tarafımızca anlaşılamamıştır.

Sayın Mahkemenizce bilindiği üzere boşanma davaları, tarafların evlilikte yaşamış olduğu hayat olaylarına dayanmaktadır ve boşanma yargılamasının sonunda, belirtilen hayat olaylarının hakkaniyetli birer değerlendirilmesi yapılarak hangi tarafın daha kusurlu olduğu ve kusur oranına göre tarafların ileri sürmüş oldukları taleplerin ne ölçüde yerine getirileceği yönünde karara varılacaktır. İşbu sebeple dilekçelerde hayat olaylarına somut ve maddi gerçeğe uygun şekilde yer verilmelidir. Kaldı ki, dilekçelerin ne kadar sayfa olması gerektiği konusunda Türk Medeni Kanununda sınırlayıcı bir hükme yer verilmediğinden; kanuni hakkımız gereği dilekçemizde meramımızı anlatmaya yeter ölçüde kelime ve sayfa kullanmamızda bir beis yoktur. Aksinin kabul edilmesi hatta eleştiri konusu edilmesi savunma hakkımızı sınırlayıcı bir nitelik taşımak anlamına gelmektedir ki bu durumu kabulü kesinlikle mümkün değildir.

Davalı- karşı davacı, tarafımızca önceki dilekçemizde ileri sürülen "Evlilik, hastalıkta sağlıkta, iyi günde kötü günde birlikte olmaktır." şeklindeki söze atıfta bulunmuş ve müvekkilin çıkan her tartışmada alınganlık göstererek evi terk ettiğini, annesinin yanına gittiğini belirtmiştir. Müvekkil, evi terk ederek annesinin yanına gitmemiştir. Müvekkilin evi terk ettiğinin kabul edileceği en kötü varsayımda dahi; davalı- karşı davacının hangi kusurlu davranışının müvekkili "evi terk" şeklindeki davranışa mecbur bıraktığının irdelenmesi gerekmektedir. Davalı- karşı davacının da belirtmiş olduğu gibi; davalı- karşı davacı, her fırsatta kavga ortamı yaratan, geçimsiz bir kişilik yapısına sahiptir. Davalı karşı davacı, müvekkilin, kendisinin kişilik onuruna dokunduğunu ve incittiğini ve akabinde defalarca annesine giderek evi terk ettiğini belirtmiştir. Sayın Mahkemenizce de bilindiği üzere uygulamada evi terk edenlerin kıran, inciten değil; bilahare kırılan ve incitilen kişiler olduklarını görmekteyiz.

Davalı- karşı davacı, defaatle müvekkilin alıngan, özgüvensiz bir kişilik yapısına sahip bulunduğunu ifade etmiştir. Müvekkil, üniversite mezunu bir jeoloji mühendisi olarak hali hazırda oğlu ile kendilerine ayrı bir hayat kuracak, çalışıp hem evi geçindirecek hem de oğluna anne ve baba olacak bilgi, beceri ve güvene sahip bir kimsedir. Müvekkil, evlilik sürecinde de fiili ayrılık sürecinde de davalı- karşı davacının yokluğunu hissettirmeyecek ölçüde müşterek çocukla ilgilenmiş ve halen de ilgilenmeye devam etmektedir. Müvekkilin özgüvensiz ve alıngan olduğu iddiasını kesinlikle kabul etmiyoruz. Bilakis; alıngan ve özgüvensiz olan müvekkilim değil; davalı- karşı davacının ta kendisidir. Zira davalı- karşı davacı, müvekkilin üniversite mezunu olmasını, iş hayatındaki varlığını, ekonomik gücünü, kibar ve sevecen kişiliğini bir türlü kaldıramamış; tabiri caizse erkeklik gururuna yedirememiştir. Bu duygunun verdiği öfke ile sürekli olarak müvekkilimi eleştirmiş, yetersiz bulmuş; öyle k yaptığı ütüye, hazırladığı kahvaltıya dahi takacak bir kulp bulmuştur. Müvekkilin önce davalı- karşı davacıya iyilikle yaklaşması sonrasında da haklı bir tepki göstermesi üzerine de davalı- karşı davacı, müvekkili özgüvensiz ve alıngan kişilik özellikleriyle yaftalamıştır. Bu duruma psikolojide "GASLİGHTİNG" denilmektedir.

GASLİGHTİNG, kişinin kendi akıl sağlığını sorgulamasına neden olan yalanlar, inkar ve sindirme taktikleri yoluyla manipüle edildiği bir psikolojik taciz biçimini tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Gaslighting yapan kişi karşıdaki kişinin duygularının, düşüncelerinin ve algılarının önemsiz veya yanlış olduğunu ima eder.

Davalı- karşı davacı da yaşanan onca şey sonrası müvekkilin, özgüvensiz ve alıngan olduğunu söyleyerek müvekkilin duygularını önemsizleştirme ve küçültme yoluna gitmiştir. Bu yolla da davalı- karşı davacı, kendi haksız eylemlerini haklılaştırma yönünde bir algı yaratmaya çalışmaktadır.

Sayın Mahkemenizce de bilindiği üzere Türk toplumunun belli bir adet ve örf yapısı bulunmaktadır. Örfümüze göre bir kadın ile bir erkeğin evlenmeden görüşmesi, birlikte vakit geçirmesi kadının babası, erkek kardeşi gibi aile bireyleri tarafından hoş karşılanamayabilmektedir. Bir kadının evlilik yolunda görüştüğü bir erkeğin olması, evlilik aşaması yani ciddiyete binene kadar yalnızca annesi, kız kardeşleri gibi aile bireyleri tarafından bilinebilmektedir. Müvekkil de içerisinde yaşadığı toplumun örf ve ananelerine uygun olarak yaşayan bir kimse olarak henüz davalı- karşı davacı ile evleneceği kesin olmadığından ötürü, babası ve erkek kardeşinin durumdan vakti gelince haberdar olmasını isteyerek davalı- karşı davacının, kendisini evin yakınlarında bırakmasını istemiştir.

Davalı- karşı davacının;

"Şayet davacı- karşı davalının annesi, müvekkilin evliliğin ilerleyen aşamalarında anladığı üzere, davacı- karşı davalıya annesi evlenemezsin deseydi, davacı- karşı davalı, annesinin sözünü dinleyerek müvekkil ile evlenmezdi."

Sözlerine bir açıklama getirmek gerekirse; öncelikle davalı- karşı davacının bu iddiası yaşanmış ve somut hayat olaylarına dayanmamakta olup; yalnızca zihninde kurguladığı saçma kurgu ve saikten ibarettir. Müvekkilin annesi, iddia edildiği gibi müvekkil üzerinde evlilik hayatına start verecek ölçüde etki ve nüfuz sahibi olsaydı; davalı- karşı davacının, müvekkilin annesinin evlilik hayatlarına müdahalesi konusunda bir yakınması olması gerekirdi. Ancak müvekkilin annesinin, kızının alacağı kararlar, yapacağı tercihler konusunda hiçbir etkisi söz ve bahis konusu bile değildir. Bu durum, müvekkilin evlilikte davalı- karşı davacıyla yaşamış olduğu sorunları tek başına ve olgunlukla göğüsleyebilesinden anlaşılabilir.

Davalı- karşı davacı, kendisine ait olan kusurlu davranışları müvekkile ve ailesine izafe ettirmeye çalışmaktadır. Müvekkil ve ailesi hiçbir zaman davalı- karşı davacıyı araştırma cihetine gitmemiştir. Taraflar görücü usulü ile evlenmiştir ve tarafların birbirlerini ve ailelerini tanımaları, bu usulün gerekleri olarak üçüncü kişilerin araya girip tarafları buluşturması ile sınırlı kalmıştır. Müvekkili araştırmadığı için bu durumun pişmanlığını yaşayan davalı- karşı davacıdır. Zira davalı- karşı davacı, müvekkile;

"Araştırmadan evlendim. Araştırsam altından neler çıkardı kim bilir.." demiştir.

Davalı- karşı davacı, tarafımızın sayfalar dolusu dilekçe verdiğinden bahsederken; bir yandan da daha önceki dilekçelerinde bahsetmiş olduğu kuaför olayını mükerrer şekilde tekrar anlatmıştır. İşbu sebeple, işbu dilekçemizi her ne kadar kısa tutmaya çabalasak da; cevap verme hakkımız doğduğundan davalı- karşı davacının tekrarlayan bu iddiasına yine tekrarlayan cevaplarımızı belirtmek isteriz.

Müvekkil, ilk defa evlenen her genç kadın gibi görünüşünün mükemmel olmasını istemiş; saçının nasıl olduğu konusunda hemcinslerinden fikir almak istemiştir. Bu durumun kriz olarak görülmesi mümkün değildir. Zira müvekkilin saçını beğenmediğinden ötürü kriz ortamının oluştuğunu söyleyebilmek için müvekkilin ağlaması, sinirlenmesi, düğüne az kala kuaförünü değiştirmek istemesi gibi düğün merasiminin teşkilini tehlikeye sokacak ölçüde bir durumun vuku bulması gerekirdi. Ancak Emel ****'ın "Abla güzel oldun." demesi üzerine müvekkil mutlu olmuş ve düğün merasimi sorunsuzca gerçekleşmiştir. Yani bir kriz ortamının oluşması söz konusu dahi olmamışken bu durumun temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp Sayın Mahkemenizin önünde sunulmasında hukuki bir yarar yoktur.

Davalı- karşı davacının, müvekkilin kök ailesinin nişanlılık ve evlilik döneminde hiçbir maddi katkısının olmadığını iddia etmesi somut ve maddi gerçeğe aykırıdır. Zira Sayın Mahkemenizce bilindiği üzere nişanı kız tarafı yapmaktadır. Müvekkilin ailesi de bu süreçte kızlarına olan desteklerini bir an olsun esirgememiş; ellerinden geleni yaparak kızlarına ziynet eşyası takmışlardır. Nişan, düğün gibi merasimlerin fotoğraf ve videoları bu durumu kanıtlayacaktır. Kaldı ki, davalı- karşı davacının iddialarına hak verilecek ihtimalde dahi, müvekkilin ailesinin kızlarına maddi anlamda destek olmayışının müvekkile ne gibi bir kusur izafesi gerektirdiği konusunda ciddi şüphelerimiz bulunmaktadır. Nereden bakılırsa bakılsın, bu iddianın öne sürülmüş olmasında herhangi bir hukuki yarar bulunmamaktadır.

Yine müvekkilin annesinin büyü imasıyla müvekkile kendi akrabalarından gelen hediyeyi geri çevirmiş olması şeklindeki iddia tarafımızı bir hayli güldürmüştür. Davalı- karşı davacının işbu komik iddia ve savunmaları, haksız çıkacağını anlaması ve tüm delil ve ifadelerle kendisi aleyhine yürüyen işbu boşanma yargılamasının seyrini değiştirmeye yönelik beyhude çabalarından ibaret kalmıştır.

Davalı- karşı davacı, müvekkile hiçbir konuda bilgi vermediğinden ötürü müvekkilimizin davalı- karşı davacıya ait ehliyet bilgilerini haiz olmaması normaldir. İşbu sebeple tarafımızca ileri sürülen ehliyet iddiasının Sayın Mahkemenize yanlış beyan edilmesi çelişki değil; bizzat davalı- karşı davacının müvekkille kurmuş olduğu eksik iletişimin göstergesi niteliğindedir.

Tarafımızca hiçbir zaman müvekkilin kök ailesinin altınları bozdurarak araba satın aldığı belirtilmemiştir. Davalı- karşı davacıya kendilerine tebliğ edilen dilekçemizi iyi okumaları ve anlamalarını tavsiye ederiz. Davalı- karşı davacının dikkat eksikliğine binaen dava dilekçemizde belirtmiş olduğumuz ziynet eşyaları hususunu yinelemek isteriz;

Taraflar evlendikten 1 yıl sonra davalı- karşı davacı üzerine kayıtlı bulunan 38 BM *** plaka sayılı araç satın alınmıştır. Davalı- karşı davacı, kendisine ait bir evin zaten var olduğunu ve eksiklerinin sadece araba olduğunu belirterek ve müvekkilin de çalışıyor olmasını bahane göstererek işlerine yarayacağını belirtmiş olduğu araba alımında bulunmak istemiştir. Müvekkil de bu talebe olumlu yanıt vererek; ziynetlerin kendisine iade edilmesi şartı ile geri almak üzere ziynetlerini davalı- karşı davacıya vermiştir. Davalı- karşı davacı, ziynetlerle araba almış; müvekkilin ilerleyen zamanlarda ziynetleri istemesine karşılık olarak ise;

"Senin ailenin bir gram altını mı var ki içlerinde, sen kimden neyi istiyorsun?" diyerek müvekkili terslemiş ve altınları iade etmemiştir. Tarafımız, kesinlikle takılan altınların müvekkilin kök ailesinde bulunduğu ve bozdurulduğu şeklinde bir iddiada bulunmamıştır. Kaldı ki hem savunma kuralları hem de hayatın olağan akışı gereği uyuşmazlık konusu ettiğimiz ve üzerinde bir talep ileri sürmüş olduğumuz bir hususun müvekkilin ailesinin zilyetliğinde bulunduğunu belirterek müvekkilin haklı talebini tehlikeye düşürmemiz bahis konusu bile değildir.

Davalı- karşı davacının babası Hasan ***********, taraflar evlenmeden önce oğluna para göndermiş ve davalı- karşı davacı bu parayla kendisi üzerine kayıtlı olan taşınmazı satın almıştır. Davalı- karşı davacının babasının gönderdiği para araba için değil; ev içindir ve o da zaten alınmıştır.

Müvekkilin erkek kardeşi Osman *********, müvekkilin yanında hali hazırda sigorta kaydı yapılmış şekilde bağlı çalışmaktadır. Müvekkilin erkek kardeşinin müvekkile ortak olduğu şeklindeki iddia tamamen asılsızdır. Davalı- karşı davacı, önce müvekkilin kendisine işi ve kazancı konusunda hiçbir bilgi vermediğini ifade etmiş; daha sonrasında ise müvekkilin, erkek kardeşinin düğününü yaptığı, babasının evinin çatısını yaptırdığını ve ablasının çocuklarına maddi anlamda yardım ettiğini beyan ettiğini ileri sürmüştür. Eğer davalı- karşı davacının iddia ettiği gibi müvekkil, iş ve para konusunda davalı- karşı davacıya hiçbir bilgi vermiyorsa davalı- karşı davacı bu iddialarını nereden öğrenmiştir?

Davalı- karşı davacı, müvekkilin erkek kardeşi ile çalışmasını hiçbir zaman onaylamamış; müvekkilin çalışırken erkek kardeşinin tembellik yaptığını, müvekkilin kazanmış olduğu parayı haksız şekilde kardeşiyle bölüştüğünü iddia etmiştir.

Davalı- karşı davacı, kendisi üzerine kayıtlı bulunan aracı öylesine anlatmıştır ki; sanki kendisi o arabaya hiç binmemiş; arabayı sadece müvekkil ile erkek kardeşinin kullanımına bırakmıştır. Bedeli müvekkilin erkek kardeşi tarafından ödenen ve müvekkilin üzerine kayıtlı bulunan Polo marka araç iş yeri aracıdır ve müvekkille erkek kardeşi tarafından kullanılmaktadır. Söz konusu araç, otomatik vites olduğundan ötürü müvekkil işbu aracı kullanmakta zorlandığından genellikle müvekkilin erkek kardeşi bu aracı kullanmıştır. İşbu sebeple de davalı- karşı davacının bu aracı evin park alanında görmemesi normaldir.

Müvekkilin elde ettiği gelirin nelere harcandığı konusunda tarafımızca Kayseri 8. Aile Mahkemesinin 2023/**** E. Sayılı dosyasına beyan dilekçesi sunulmuştur. Sayın Mahkemenizden ilgili dosyanın celbini talep ederiz.

Sayın Mahkemenizce bilindiği üzere uygulamada çalışan kadınların çocuklarına, anneanne, babaanne gibi kimseler bakmakta veya bu kimselerin yokluğu halinde taraflar bir bakıcı ile anlaşmak suretiyle çocuklarına baktırmaktadırlar. Müvekkilin annesinin müşterek çocukla okul çağına kadar ilgilenmiş olması müvekkilin bakım yükümlülüğünü ihlal ettiği anlamına gelmemektedir. Zaten müşterek çocuk okula başladıktan sonra müvekkil, çalışma saatlerini çocuğunun okul saatlerine göre ayarlamış ve müşterek çocuk okuldan gelmeden önce müvekkil eve gelerek çocuğun yiyeceği yemeği hazır etmiştir. Hali hazırdaki ayrılık sürecinde de müvekkil, oturacakları evi, müşterek çocuğun okuluna yakın bir adresten seçmiş ve yine saat 15:00 dolaylarında eve gelerek çocuğunu karşılama hazırlığı içine girmiştir.

Davalı- karşı davacı, her ne kadar müvekkilin ailesine yapılacak olan ziyaretlerden geri durmadığını ve onlara saygıda kusur etmediğini beyan etmişse de; bu iddiası gerçeği yansıtmamaktadır. Zira müvekkil, davalı- karşı davacının olumsuz tavrını bildiğinden ötürü ailesinin bağ evi tekliflerini çoğunlukla reddetmiş; müşterek çocuğu görmek istemeleri sebebiyle de çocuğu ile birlikte, davalı- karşı davacı olmadan kendisi gitmiştir. Davalı- karşı davacı, ne yazık ki ikiyüzlü bir tavır içerisine girerek deprem olduğunda sığınacak bir yer bulmak amacıyla müvekkille birlikte müvekkilin kök ailesinin bulunduğu bağ evine gitmeyi kabul etmiştir. Davalı- karşı davacı, müvekkille birlikte bağ evine yaptığı ziyaretlerde de son derece huzursuz ve memnuniyetsiz şekilde aile ziyaretlerine katılmış ve davalı- karşı davacının bu tutumları gerek müvekkili gerekse de müvekkilin ailesini son derece germiştir.

Davalı- karşı davacı, müvekkilin panik atak rahatsızlığına sahip olduğundan ve tek başına kalmaktan korktuğundan ve korkulu rüyalar gördüğünden bahsetmiştir. Uzman kişilerce hazırlanılan SİR raporunda müvekkilin müşterek çocuğun velayetini alabilecek yeterliliğe sahip olduğu açıkça belirtilmiştir. Müvekkilin banyoda uyuduğu, korkulu rüyalar gördüğü, tek başına kalmaktan korktuğu şeklindeki iddialar tarafımızca kesinlikle kabul edilmemektedir. Zira müvekkil, sorunsuz bir şekilde sosyal, iş ve evlilik hayatına devam edebilmiştir. İşbu evliliğin bitme noktasına gelmesinde davalı- karşı davacının kusurlu davranışları etkili olmuştur.

Tarafımızca müşterek çocuk ile davalı- karşı davacının arasında Sayın Mahkemenizce kurulmasına karar verilmiş olan kişisel ilişkinin kaldırılması/ azaltılması talebinin ileri sürülmüş olmasının sebebi davalı- karşı davacı tarafından da gayet iyi bilinmektedir. Zira davalı- karşı davacı, her ne kadar müvekkilin müşterek çocuğu haftasonları kişisel ilişki kurulması için görüşmeye müsaade etmediğini belirtmişse de müşterek çocuk, davalı- karşı davacı ile görüşmesi için müvekkilim tarafından hazır bulundurulmuştur. Müşterek çocuk, davalı -karşı davacının evine gittiğinde davalı- karşı davacı müşterek çocuğa elinde bulunan siyah jobu havaya kaldırarak;

"OĞLUM ANNEN BU EVE GELDİĞİNDE BU JOBLA KAFASINA VURUP ONU ÖLDÜRECEĞİM. "

"OĞLUM, ANNEN, DAYIN, ANNEANNEN, YENGEN, ONLARIN HEPSİ HIRSIZ. ANNEN GİDERKEN EVİ SOYUP GİTTİ."

Demiş; müşterek çocuk eve geldiğinde müvekkile sarılarak ağlamış ve;

"ANNE, SAKIN O EVE GİTME. BABAM SENİ ÖLDÜRECEK." diyerek olayı anlatmıştır. Müşterek çocuk o gece müvekkilime sarılarak uyumuştur. Davalı- karşı davacının sahip olduğu kişisel ilişkiyi kötüye kullanması ve müşterek çocuğun eğitim ve psikolojisini son derece olumsuz etkileyecek söylemlerde bulunması sebebiyle tarafımızca işbu talep Sayın Mahkemeye sunulmuştur. Davalı- karşı davacı ile olan kişisel ilişkinin kaldırılmasında müşterek çocuğun üstün menfaati bulunmaktadır.

Davalı- karşı davacının, tarafımızca kişisel ilişkinin kaldırılması talebi ileri sürüldükten sonra hazırlanılan SİR raporunun sağlık kurulu raporları olmadan yalnızca tarafların beyanlarına göre hazırlandığı ve kendisinin yine de bu duruma bir itirazının olmadığını ve müvekkilin kişisel ilişki günleri ve saatlerine gerektiği kadar riayet etmediğinden bahisle zorluk yaşamış olduğunu belirtmesi tarafımızı düşündürmüştür.

Müvekkil, hiçbir surette davalı- karşı davalı ile arasındaki evlilikte yaşanan sorunları Sümer ve Yasemin isimli arkadaşlarına anlatmadığı gibi; müvekkil bu durumdan ailesini dahi haberdar etmemiş; müvekkilin ailesi taraflar arasındaki problemlerden işbu boşanma davası ile haberdar olmuştur.

Davalı- karşı davacı, tarafların evliliğinde yaşanan olayların müvekkilim tarafından arkadaşlarına ve aile bireylerine anlattığının görüldüğünü belirtmiştir. Görünenin ne olduğu, davalı- karşı davacının bu hususa ilişkin olarak elinde maddi ve somut gerçeğe uygun hangi hukuki delillerin olduğu merak konusu haline gelmiştir.

Müvekkil, hiçbir surette evliliğinde yaşamış olduğu sorunları ne aile bireylerine ne de arkadaşlarına anlatmamıştır. Yine müvekkilin annesi, aile birliğine müdahalede bulunmadığı gibi; tarafların yaşamış olduğu hiçbir olaydan haberdar değildir. Eş deyişle, davalı- karşı davacı ile müvekkilin annesi arasında belirtilen diyalog vuku bulmamıştır.

Davalı- karşı davacı, müvekkile özel günlerde hediye ve çiçek almayı ihmal etmediğini belirtmiş ve müvekkilin çiçeklerle çekilmiş fotoğrafları olduğunu belirtmiştir. Öyle ki davalı- karşı davacı, müvekkilin babasına dahi babalar gününde hediye aldığını belirtmiştir. Davalı- karşı davacı, müvekkile yalnızca evliliğin ilk yıllarında hediye almış olup; işbu iddialarını kanıtlaması gerekmektedir. Davalı- karşı davacıya hak verilecek ihtimalde dahi bir kadının yalnızca anne olarak veya yalnızca evlilik yıl dönümü gibi özel günlerde bir kadın olarak değerli olmadığını belirtmek isteriz. Evlilikte bir kadın, eşi tarafından her gün kıymet görmeli; yalnızca özel günlerde, paketli bir şekilde satışa sunulmuş bir çiçekle kendini özel hissetmeyi beklemek zorunda bırakılmamalıdır. Yılın diğer günlerinde cehennemi yaşayan müvekkilimizin davalı- karşı davacının aldığı süslü bir çiçek buketi ile kendini özel ve önemli hissedeceğini düşünmek kabul edilemez.

Davalı- karşı davacı, müvekkili iş hayatında desteklediğini haksız şekilde belirtmiştir. Zira davalı- karşı davacı, müşterek çocuğa müvekkilden için;

"Oğlum herkes evde zıpkın gibi oturuyor, annen çalışıyor." demiştir. Müvekkil, davalı- karşı davacıya, evlenirken kendisinin çalıştığını bildiğini ve bu durumu kabul ederek kendisi ile evlendiğini, kendisinin yanlış veya utanç verici bir işle meşgul olmadığını anlatmaya çalışmıştır. Davalı- karşı davacı, iş yaşamını müvekkile dar etmiştir.

Davalı- karşı davacı, evlilik sürecinde müvekkilin başarılı iş yaşamını bir erkek olarak sindiremediği gibi işbu boşanma sürecinde dahi müvekkilin başarılarını aşağılayıcı şekildeki beyanlarını sürdürmektedir. Müvekkil, kimsenin desteğine ihtiyaç duymadan kendi ayakları üzerinde durabilecek ve iş bağlayabilecek bilgi ve beceridedir. Yani davalı- karşı davacının desteği olmadan müvekkilin iş yaşamına devam etmesinin mümkün olmaması gibi bir durum söz konusu değildir. Davalı- karşı davacının bu söyleminden dahi sahip olduğu narsist kişiliğinin ne denli büyük boyutlara ulaştığı anlaşılabilir.

Müvekkil ile erkek kardeşi Osman ****** bir abla- kardeş olarak son derece sağlıklı ilişkiler içinde olmuştur. Davalı- karşı davacının, müvekkilin erkek kardeşi ile kavgalı olduğunu belirtmiş olması, Sayın Mahkemenizde müvekkilin sorunlu bir kişilik yapısına sahip olduğuna ilişkin haksız intiba yaratma çabasından başka bir şey değildir.

Davalı- karşı davacı, ev işlerine yardımcı olduğunu haksız şeklide belirtmiştir. Ancak davalı- karşı davacının yaptığı şey, çalışıyor olmasından sebep eve saat 23:00 gibi geç saatlerde gelmesi ve balkonda sigara içerek telefonuyla oynaması olmuştur. Zaten saat 23:00'a kadar evde çoktan yemek yenmiş, ev temizlenmiştir. Zaten davalı- karşı davacı, yemeğini iş yerinde yediğinden bahisle eve alışveriş yapmaktan dahi imtina etmiştir. İşbu sebeple bu saatte yapılacak hiçbir ev işi kalmadığından davalı- karşı davacının tüm iddiaları haksızdır ve işbu yargılamada haksız menfaat elde etme çabasından başka bir şey değildir.

Hayatın olağan akışı gereği misafirlerin eve randevu ile çağrılması gibi bir uygulama bulunmamaktadır. Randevu sistemi getirerek misafirleri kabul etmekten imtina eden müvekkil değil; bilakis memnuniyetsiz tavırları sebebiyle davalı- karşı davacının kendisi olmuştur. Zira, taraflar evdeyken ne zaman müvekkilin telefonu çalsa davalı- karşı davacı;

"Kim o, yine kim arıyor? yorgunum kimseyi davet etme." diyerek misafirlerin önünü kesmiştir. Müvekkil, telefonla konuşurken telefondaki kimselerin davalı- karşı davacının sesini duyacağı korkusuyla artık müşterek konutta telefonla konuşamaz hale gelmiş ve arayanları;

"Hastayım, Aydost hasta onu doktora götüreceğiz. İşim var, başka zaman." gibi bahanelerle geçiştirmek zorunda kalmıştır.

Davalı- karşı davacı, tarafımızca belirtilen hususların çelişkili olduğunu belirtmiş; tarafımızca davalı- karşı davacının eve geç geldiği ancak yine de "Kim o arayan" dediğini belirttiğimizi ifade etmiştir. Sayın Mahkemenizce de bilindiği üzere misafir ziyaretleri, ülkemizde genellikle haftasonu tatillerinde gerçekleşmektedir. Davalı- karşın davacı da tatil olduğu günlerde arayanları, yukarıda belirtmiş olduğumuz sözlerle geri çevirmiştir. Yani beyan ettiğimiz hususlarda bir çelişki veya tutarsızlık söz konusu değildir. Bilakis, eve geç gelen davalı- karşı davacının ev işlerine nasıl yardım ettiği konusundaki tutarsız ifadelerini belirtmek isteriz.

Müvekkilin kredi kartı dökümlerine bakıldığında müvekkilin müşterek konutun yanında sayıca çok şekilde bulunan A101, BİM, ŞOK, ŞEHZADE gibi market zincirlerinden alışveriş yaptığı görülecektir. Yine et ve süt ürünleri satan butik mağazalardan da müvekkil çok sayıda gıda alışverişinde bulunmuştur. Müvekkilin, sürekli olarak dışarıdan hazır yemek söylediği ve yeme hazırladığı zamanlarda da kahvaltı hazırlamayı tercih ettiği iddiası gerçeği yansıtmamaktadır. Tarafımızca müvekkilin kendisine ait olan QNB FİNANSBANK ENPARA, BONUS FLEXI gibi kredi kartları ile yaptığı ev ve gıda alışverişleri Sayın Mahkemenize sunulacaktır.

Müşterek çocuk, evde herkesin tatil olduğu günlerde müvekkilin kahvaltı hazırlamasıyla birlikte, babasının kahvaltıya gelmemiş olduğunu gerekçe göstererek kahvaltı yapmayı reddetmiştir.

Müvekkil, davalı- karşı davacının kişiliği ve müvekkile yaşatmış olduğu üzücü olaylar sebebiyle müşterek çocuğa, insanlara karşı nazik, kibar ve sevecen olması konusunda sık sık öğüt gibi sohbetlerde bulunmuştur. Müvekkil, özellikle müşterek çocuğun kız arkadaşlarına karşı kibar olmasını istemiştir. Müvekkilin müşterek çocuğa, sana vurana sen de vur gibi bir cümle sarf etmesi mümkün değildir.

Davalı- karşı davacının, telefonuna şifre koymamasını sanki bir meziyetmiş gibi ifade etmesi son derece komiktir. Müvekkil, bu sebeple davalı- karşı davacıya teşekkür mü etmelidir? müvekkil, kıskanç bir kişilik yapısına sahip değildir. Eğer öyle olsaydı, müvekkilimiz davalı- karşı davacının telefonunu evliliğin ilk yıllarından itibaren karıştırır ve evde bu sebeple birçok kez tartışma yaşanırdı. Ancak müvekkil, davalı- karşı davacının ortalama bir insanda dahi şüphe uyandıracak kadar yoğun şekilde telefonuyla ilgilenmesi sebebiyle telefonunu karıştırma gereği hissetmiş ve bir kadınla flörtöz konuşmalarını yakalamıştır. Zira davalı- karşı davacı, akşam eve geç saatlerde gelmiş ve eve geç geldiği bu saatlerde sınırlı vaktini müvekkile ve müşterek çocuğa ayırmak yerine sigarayı haklı bir mazeret göstererek balkonda telefonuyla oynamıştır. Davalı- karşı davacının özellikle son zamanlarda dozu giderek artan şiddet, hakaret ve müvekkilin kadınlığını beğenmeyen söylemleri sebebiyle de müvekkil, bir kadın olarak aldatılıp aldatılmadığı konusunda şüphelenmiştir. Ne yazık ki müvekkilin araştırması, kendisini haklı çıkarmış ve davalı- karşı davacı, müvekkile karşı güven sarsıcı davranış sergilemiştir. Müvekkilin bu tavrı kıskançlık olarak nitelendirilemez. Müvekkili telefon karıştırmaya iten, davalı- karşı davacının hakle bir şüphe uyandıracak düzeydeki kusurlu davranışlarıdır.

Davalı- karşı davacının, müvekkilin müşterek çocuğa şiddet uyguladığı, düşüp yaralanmasına sebep olduğu gibi iddiaları karşısında akıllara gelen soru şudur;

Madem müvekkil, müşterek çocuğa karşı bakım ve gözetim yükümlülüğünü ağır derecede ihmal etmiştir, öyleyse davalı- karşı davacı neden hazırlanan SİR raporuna karşı çocuğun can güvenliğinin olmadığı bahanesiyle itiraz etmemiştir?

Ayrıca Sayın Mahkemenize hatırlatmak isteriz ki, müşterek çocuk SİR raporunda, annesi ile babasının ayrılmasını istemediğini, ikisini de sevdiğini ancak annesiyle kalmak istediğini, zira birlikte yemekler yaptıklarını, annesinin ona çok sevdiği patates, sarma gibi yiyecekler hazırladığını beyan etmiştir.

Anılan tüm koşullar altında davalı- karşı davacının iddialarının tamamen haksız ve gerçeğe aykırıdır. Ancak önemle belirtmek isteriz ki; davalı- karşı davacı, müvekkile haksız şekilde suç isnadında bulunmaktadır. DAVALI- KARŞI DAVACI HAKKINDA İFTİRA SUÇUNDAN SUÇ DUYURUSUNDA BULUNMA HAKKIMIZI SAKLI TUTARIZ.

Davalı- karşı davacının, müvekkilin kök ailesine saygılı davranmış olduğu hususları kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır. Zira davalı- karşı davacı, müvekkilin erkek kardeşi Osman ***** ile çalışmasını hiçbir zaman istememiş; Osman *****'in gıyabında müvekkile;

"Sen çalışıyorsun, o yatıyor. Bir de parana ortak mı olacak?" demiştir.

Davalı- karşı davacı, müvekkilime kahvaltı ve et sevdiğinden bahsetmiş; bu sebeple müvekkil, Sayın Mahkemenize sunacağımız kredi kartı ekstre dökümünden de sarih olarak görüleceği üzere et ve süt ürünlerine ağırlık vermiştir. Adetlerimize göre de müvekkilimizin annesi de tarafların kendisine yapacağı ev ziyaretlerinde iyi niyetli olarak kızından çok damadının ne sevdiği ile ilgilenmiş ve davalı- karşı davacının sevdiği yiyeceklere göre bir menü hazırlama yoluna gitmiştir. Bu hususun dilekçeye, hangi sebeple konu edildiği tarafımızca anlaşılamamıştır.

Müvekkil, kayınbabası Hasan ***********'ı, yoğun bakımda tedavi görmesi sebebiyle ziyaret etmek istemiş ve davalı- karşı davacıya, eğer dilerse müşterek çocuğun doğum gününü sonra kutlayabileceklerini belirtmiştir. Ancak müşterek çocuğun çok hevesli olması sebebiyle davalı- karşı davacı, babasının durumunun halen stabil olduğu, en azından kendilerine de bir moral olacağını belirterek müşterek çocuğun doğum günü kutlamasını ertelemeyi reddetmiştir. Burada müvekkilin, herhangi bir kusuru veya davalı- karşı davacının kök ailesine karşı bir ilgisizliği söz konusu değildir.

Müvekkil, işbu evlilikte davalı- karşı davacının psikolojik ve fiziksel şiddetine maruz kalmıştır. Davalı- karşı davacı, müvekkili sık sık aşağılamıştır. Müvekkilin işbu evlilikte böylesine ağır şikayetleri bulunurken; daha lüks bir semtte oturacağından bahisle müşterek çocuğu da yanına alarak evi terk etmiş olması gibi bir iddiaya hak verilemez. Davalı- karşı davacının işbu iddiaları, tarafımızca kesinlikle kabul edilmemektedir. Zira müvekkil, işbu evlilikte davalı- karşı davacıdan herhangi bir maddi beklenti içine girmemiştir. Müvekkilimiz daha, davalı- karşı davacıya ev için gıda alışverişi yapması gerektiğini dahi kabul ettirememişken; davalı- karşı davacıdan lüks bir semtte ev beklentisi içine girmesi mantık kurallarına aykırıdır.

Davalı- karşı davacı, müvekkilimizin evlilik boyunca herhangi bir gidere katlanmadığını ileri sürmüştür. Tarafımızca Sayın Mahkemenize, müvekkilimizin evlilik boyunca yapmış olduğu gıda alışverişi, müşterek çocuğun ihtiyaçları, kurs ücretleri, okul ücretleri, ev için yapmış olduğu tekstil harcamalarını içeren ekstre dökümleri sunulacaktır. Yine davalı- karşı davacı, müşterek çocuk için organize edilen doğum gününün pastasını dahi kendi kredi kartından alındığını haksız şekilde iddia etmiştir. Müvekkilin yapmış olduğu doğum günü ve akıllı saat hediyesine ilişkin kredi kartı ekstre dökümleri Sayın Mahkemenize sunulacaktır.

Müvekkilin bir anne olarak çocuğu hastalanınca endişeye kapılması çok doğaldır. Müvekkil, hiçbir zaman müşterek çocuğun Acıbadem, Memorial gibi hastanelere gitmesi konusunda ısrarcı olmamıştır. Zira davalı- karşı davacının da dediği gibi Erciyes Kartal Hastanesindeki doktorları, müşterek çocuğun sağlık problemlerini yakından takip etmiş ve çocuğun sağlık sorunlarına vakıf olmuştur. Davalı- karşı davacının bu iddiaları yalnızca müvekkilin işbu evlilikte maddi beklentilerinin çok yüksek olduğuna ilişkin Sayın Mahkemenizde haksız kanaat uyandırmaya yöneliktir. Müvekkil, kendisine güvenen eğitimli bir kadındır. İşbu sebeple de müvekkil, ne görünüşü ne de becerileri konusunda kendisinden şüphe duymamış; ancak müvekkil her şeyi mükemmel yapmasına karşın yine de davalı- karşı davacıya yaranamamış; onun hakaret ve aşağılamalarına maruz kalmıştır.

Davalı- karşı davacının takdire şayan munis kişilik yapısında olduğu iddiası tarafımızı güldürmüştür. Müşterek çocuk, davalı- karşı davacıyı ziyaret ettiğinde bile davalı- karşı davacı halen müvekkile yönelik sorunlu davranışlarını sürdürmüş ve siyah bir job edinerek müvekkili nasıl öldüreceği konusunda müşterek çocuğa mini bir tiyatro sergilemiştir. İşbu boşanma davası sürecinde müvekkilin davalı- karşı davacı hakkında almış olduğu uzaklaştırma kararı dahi davalı- karşı davacının öfke kontrolünün olmadığına yönelik önemli bir ispat niteliğindedir.

Davalı- karşı davacı, müşterek çocuğun müvekkilin davranışları sebebiyle yara aldığını ve hırpalandığını ifade etmiştir. Öyleyse akıllara şu soru gelmektedir; madem müvekkilin davranışları kusurludur ve müşterek çocuğa zarar vermektedir, o halde davalı- karşı davacı neden SİR raporuna ilişkin karşı beyanda bulunmamış ve velayetin müvekkilde kalmasına yönelik herhangi bir itiraz ileri sürmemiştir? Davalı- karşı davacı, müvekkilin müşterek çocuğa mükemmel şekilde baktığını, ondan sevgi ve şefkatini esirgemediğini gayet iyi bilmektedir. Davalı- karşı davacının bu söylemlerindeki amaç, Sayın Mahkemeniz nezdinde müvekkil hakkında kötü bir intiba yaratmaya çalışmaktan ibarettir.

Müvekkilin annesi, müşterek çocuğa seve seve bakmıştır. Öyle ki müşterek çocuk, fiili ayrılık sürecinde müvekkil ayrı bir ev kiralayana kadar müvekkilin ailesinin evinde kalmış ve SİR raporunda belirtildiği üzere müşterek çocuk, anneannesi, dedesi ve dayısının, kendisine son derece iyi davrandığından bahsetmiştir. Müvekkilin, müşterek çocuk hastalandığından annesinden için "gelmez ki" demiş olması mümkün değildir.

Müvekkil, davalı- karşı davacı ile olan evlilikteki özelini kimseye anlatmamış; yalnızca davalı- karşı davacının ablasına, belki davalı- karşı davacıyı ikna edebilir diye evlilikte sorunları olduğundan ve davalı- karşı davacının öfke problemlerine sahip olduğundan üstün körü bahsetmiştir. Zira müvekkilin ailesi dahi, kızlarının neler yaşadığından işbu boşanma davası ile haberdar olmuşlardır. Davalı- karşı davacı, müvekkili;

"Kolların ve pazıların çok geniş duruyor." diyerek giydiği kıyafetler konusunda incitmiş; yine müvekkilin ablası da;

"Açık giyme, bizim komşularımız böyle şeyleri kaldırmaz." demiştir. Davalı- karşı davacının ve ailesinin, bu söylemlerle, müvekkilin giyim ve yaşam tarzına karıştığı, davalı- karşı davacının müvekkilin kilosunu beğenmediği ve bu konuyu işaret eden kaba söylemleri ile müvekkili rahatsız ettiği ortadadır. Müvekkil, alıngan değildir; müvekkili aşağılayan, imalarıyla rahatsız eden davalı- karşı davacının kendisidir. Ve ne yazık ki müvekkil, bu söylemlere uzunca bir süre katlanmış; ancak tepki gösterince de alıngan, özgüvensiz yaftası üzerine yapıştırılmıştır.

Eğitimli, çalışan ve ekonomik özgürlüğe sahip bir birey olan müvekkilimizin, davalı- karşı davacıdan tavuğu kıskanması gibi bir iddia tarafımızı bir hayli güldürmüştür. Yine müvekkil, davalı- karşı davacıyı, asosyal ve telefona bağımlı kişilik yapısı sebebiyle dış dünyadan kopmaması için arkadaşlarıyla görüşmeye teşvik eden taraf olmuştur. Zira davalı- karşı davacı, evlilik süreci boyunca ne kendi arkadaşlarıyla görüşmüş; ne de müvekkilin kendi arkadaşlarıyla görüşmesine müsaade etmiştir. Müvekkil, davalı- karşı davacının arkadaşlarıyla bağ evine gitme planını duyunca sevinmiş ve hatta;

"Arkadaşlarını bir gün bize de çağır da biz de onları ağırlayalım." demiştir. Davalı- karşı davacı, kötü niyetli bir şekilde müvekkilin, arkadaşlarıyla görüşmesine karşı çıktığını beyan etmektedir.

Müvekkil, kıyafet alırken kendisine ne tür kıyafetlerin yakıştığını bilmekte ve ona göre seçimlerde bulunmaktadır. Bu sebeple de davalı- karşı davacının iddia ettiği gibi bir konuşma tarafların aralarında vuku bulmamıştır. Davalı- karşı davacı, müvekkilin beyaz bir atlet giymesi ve nasıl olmuş diye sorması üzerine;

"Kolların ve pazıların geniş olduğu için olmamış." diyerek müvekkili son derece üzen ve şaşırtan bir cevap vermiştir. Davalı- karşı davacı, kendi söylemlerini ne yazık ki müvekkile izafe ettirmektedir. Zira bir kadın, bir kıyafetin kendisine yakışmadığını belirtmek için en fazla kilolu olduğunu beyan eder. Müvekkilin, kollarının ve pazılarının büyük olduğu gibi bir ayrıntıya girerek bir kıyafeti almayı reddetmiş olması hayatın olağan akışına uygun değildir.

Davalı- karşı davacı, oğlunun kendisiyle aynı takımı tutmasını istemiştir. Müvekkil, bunda herhangi bir beis görmemesine karşın davalı- karşı davacı, durumu abartarak müşterek çocuğun giydiği eşofman, içtiği bardağa kadar her şeyin Fenerbahçe takımını yansıtır şekilde görünmesini istemiştir. Müşterek çocuğun normal kıyafetler istemesi halinde ise;

"Sen çocuksun, ne giyeceğine karar veremezsin. Seni annen dolduruyor." diyerek müşterek çocuğu üzmüştür. Müşterek çocuk, davalı- karşı davacı ile gittiği alışverişlerden çoğu zaman, kendi tercihlerinin alınmamış olması sebebiyle mutsuz dönmüştür.

Davalı- karşı davacı, müvekkilin müşterek çocuğu, istememesine rağmen yaz okuluna gönderdiğini haksız şekilde belirtmiştir. Zira müşterek çocuk, As kolejine gayet mutlu şekilde gitmiş, okuldan her eve döndüğünde tanıştığı arkadaşlarından, yaptığı etkinliklerden keyifle bahsetmiştir. Öyle ki müşterek çocuk, müvekkilden seneye bir kere daha kendisini bu okula göndermesini bile rica etmiştir. Yine yaz okulunun taksit ödemeleri, müvekkil tarafından sağlanmış olup; müşterek çocuğun eğitimi konusunda davalı- karşı davacının herhangi bir katkısı olmamıştır. Davalı- karşı davacı, her ne kadar kadın, çoluk çocuk herkesin bulunduğu bir ortam olan iş yerine müşterek çocuğu götürdüğünü belirtmişse de; müşterek çocuk akşam babasıyla işten eve geldiğinde küfürlü konuşmaya başlamış ve müvekkil, bu sözcükleri nereden öğrendiğini sorduğunda müşterek çocuk;

"İş yerindeki abiler böyle konuşuyor." demiştir. Birçok esnafın kadın olması, çoğunda da kadın personelin bulunması önemli değildir. Önemli olan, davalı- karşı davacının iş yerindeki durumun ne olduğudur. Somut ve subjektif bir olayın genelleme yapılarak değiştirilmeye çalışılması kabul edilemez.

Yine müvekkilin, davalı- karşı davacının müşterek çocuğu halasına götürmek istemesi karşısında karşı çıkmış ve rıza göstermemiş olması kabul edilemez. Zira davalı- karşı davacının çelişkili iddiaları bu yönüyle dahi sabittir. Çünkü davalı- karşı davacı, müşterek çocuğa ablası ile anneannesinin birlikte dönüşümlü olarak baktığını öncelikle söylemiş, sonra ise müvekkilin karşı çıktığını beyan etmiştir. Müvekkilin, çocuğunu baktırdığı bir kimseye daha sonra karşı çıkmış olması hayatın olağan akışına aykırıdır.

Müvekkil, müşterek çocuk için birçok kıyafet alışverişinde bulunmuş olup; ne davalı- karşı davacının ne de ailesinin alacağı kıyafetlere muhtaç olmamıştır. Yine müvekkilin ailesi de bir tanecik torunlarından hiçbir şeyi esirgememiştir. Öyle ki müvekkilin yeni kiralamış olduğu evdeki ve müşterek çocuğa ait bulunan genç odası takımı, müvekkilin babası Süreyya ******* tarafından müşterek çocuğa hediye edilmiştir. Kral Şakir, şeklinde yapılmış olan ahşah aksesuar, aksesuar olsa dahi, bir karakteri yansıttığından ötürü müşterek çocuk, giderken onu da yanına almak istemiştir. Yine müvekkil, müşterek çocukla birlikte evden giderken hangi kıyafetin kim tarafından alınıp alınmadığına bakmaksızın, çocuğun ihtiyacı olabilecek tüm şeyleri yanına almıştır.

Müşterek çocuğun giyeceği kıyafetler konusunda uzlaştırmacı olan kişi davalı- karşı davacı değil; müvekkil olmuştur. Zira haftasonu bir yere gidilecekken davalı- karşı davacı, müşterek çocuğun odasına gelmiş ve gardrobunu açarak kıyafetleri kendisi seçmiştir. Müşterek çocuk;

"Ama baba, ben onu değil bunu giymek istiyorum." dediğinde ise müşterek çocuğu;

"Sen çocuksun, ne giyeceğine karar veremezsin." diyerek azarlamıştır. Böyle durumlarda müvekkil araya girerek davalı- karşı davacının istediği kıyafetleri müşterek çocuğa giydirmiş ve davalı- karşı davacıyı sakinleştirme yoluna gitmiştir. Müvekkil, müşterek çocuğu için her zaman her şeyin en iyisini düşünmüş ve müşterek çocuğu hava şartlarına uygun bir şekilde giydirmiştir. Müşterek çocuk, hareketli bir erkek çocuğu olmasından ötürü müvekkilin okula giderken giydirmiş olduğu sweatshirt ve hırkaları çıkararak okulda arkadaşlarıyla koşturmuş; bu sebeple de hastalanmıştır. Zaten Sayın Mahkemenizce de bilindiği üzere okullarda salgın olabilmektedir. Bir çocuk grip olduğunda, diğerleri iklime uygun kıyafetler giymiş olsalar dahi hasta olabilmekte, soğuk algınlığına sahip olan çocukların vücutlarının göstermiş olduğu belirtileri gösterebilmektedir. Müşterek çocuğun hastalanmasından bu sebeple müvekkil sorumlu tutulamaz.

Davalı- karşı davacı, hiçbir sosyal medya hesabının bulunmadığını ileri sürmüştür. Sayın Mahkemenizin de takdirinde olacağı üzere, işbu boşanma yargılaması sırasında davalı- karşı davacının, üzerine kayıtlı bulunan sosyal medya hesaplarını menfaati gereği kapatması mümkündür. Sosyal medya ve internet hesabına sahip olmak kusur değilse de; bu platformlardan evli olduğu halde yabancı kadınlarla flörtöz konuşmaların yapılması bir kusurdur. Tarafımızca davalı- karşı davacının yapmış olduğu flörtöz konuşmaların ekran görüntüsü Sayın Mahkemenize sunulacaktır.

Müvekkil, yatağını yorganını ayırmamıştır. Müvekkilin horladığından bahisle rahatsız olan ve yatağını ayırma yoluna giden davalı- karşı davacının kendisidir.

Müvekkil, sevecen ve şefkatli bir anne olarak asla müşterek çocuğa;

"Allah seni bana bela mı verdi?" dememiştir. Müşterek çocuk, müvekkilin ve kök ailesinin, kendisine son derece iyi davrandığını, müvekkilin müşterek çocuğa sevdiği yiyecekleri hazırladığını SİR raporunda beyan etmiştir. Müşterek çocuk, güven ve huzurla annesinde kalmak istediğini belirtmişken; davalı- karşı davacının bu türden haksız iddiaları yalnızca müvekkil hakkında Sayın Mahkemenizde kötü bir intiba yaratmaya çalışmaktan ibarettir.

Müvekkil, müşterek çocuğun yaramazlık yapması sebebiyle onu ailesine ait bağ evine götürmeyerek cezalandırmamıştır. Zira müvekkil, müşterek çocuğun yaşı itibarıyla sergilemiş olduğu hareket ve tavırları bilebilecek ve hak verebilecek pedogojik bilgiye sahiptir. Ne müvekkilin ne de ailesinin müşterek çocuğa yönelik;

"Seni odaya kilitlerim, akrep sokar, yılan sokar, polis gelir." travmatik tarzda cümleleri sarf etmesi mümkün değildir. Yine müvekkilin annesi, kendi kızından çok davalı- karşı davacının ve müşterek çocuğun seveceği tarzda yiyecekler hazırlama yoluna gitmiştir. Yani, müvekkil ve ailesinin menemeni müşterek çocuktan esirgemesi kesinlikle düşünülemez.

Davalı- karşı davacının dilekçesinde vermiş olduğu benzetme üzerinden gidersek; davalı- karşı davacı, müvekkilime;

"Subhaneke bir duadır, sure değil." dememiş; direkt olarak;

"Subhaneke bir duadır, CAHİL!" demiştir. Müvekkil, kendisine CAHİL denildiğini, zihinsel bir faaliyet yoluyla düşünerek anlamasına gerek kalmadan; bizzat kendi kulaklarıyla ilgili kelimenin harflerini İŞİTİREK anlamıştır. Yani müvekkilimiz, davalı- karşı davacının imasıyla değil; bizzat söylemesi yoluyla cahil kelimesini duymuştur. Eş deyişle, davalı- karşı davacı, bu hususu anlamadığını belirtmişse de; kendi sarf ettiği sözde anlaşılmayacak herhangi bir husus bulunmamaktadır.

Müvekkil, kahvaltı öğününün altın değerinde olması ve müşterek çocuğun gelişimi için ne kadar önemli olduğunun bilincinde olduğundan ötürü; kahvaltı hazırlamaya azami derecede önem göstermiştir. Yine müvekkil, yemek sofrasının aile bireyleri arasındaki sıcaklık ve samimiyeti arttırdığını, davalı- karşı davacının bu yolla belki, kendisine ve müşterek çocuğa karşı daha ilgili ve nazik olabileceğini umut ederek kahvaltı sofralarına önem göstermiştir. Yine Sayın Mahkemenize sunacak olduğumuz müvekkile ait kredi kartı ekstre dökümleri incelendiğinde, müvekkilin kendisine ait bulunan kredi kartı ile ev için birçok kez gıda alışverişinde bulunduğu görülebilecektir.

Daha önce de ileri sürmüş olduğumuz gibi müvekkil, tıpkı davalı- karşı davacı gibi yoğun çalışan bir kimsedir. Ancak müvekkil, kendi iş yerine sahip olması sebebiyle faaliyet alanlarını ve hangi saatte hangi işi gerçekleştireceğini belirleyebilecek yetkinliğine sahiptir. Zira müvekkil, bağımlı çalışan bir kimse olmamasından ötürü, bir işverenin emir ve bağımlılığı altında değildir. Müvekkil, müşterek çocuğun kahvaltısını yaptırdıktan sonra iş yerine gitmiş; arazi keşif çalışmalarına katılmış ve müşterek çocuk okuldan gelmeden önce eve ulaşıp ona yemek hazırlamıştır. Kalan keşif raporları gibi bürokratik ve belgesel işleri ise iş yerinde bitiremediği vakitlerde eve getirmiştir. Müvekkil, evlilik sürecinde geliştirmiş olduğu bu düzeni, tarafların fiili ayrılık süreci sebebiyle kiralamış olduğu yeni evinde de sürdürmektedir. Müvekkil, müşterek çocuğun okuluna yakın bir yerden ev tutmuştur ve yine çocuk okuldan çıkmadan eve ulaşarak yemek yapmaya devam etmektedir.

Tarafımızca, davalı- karşı davacının savunma hakkına saygı duyulmakla ve birtakım somut ve maddi gerçekleri inkar etmesinin işbu yargılamada menfaati gereği olduğu anlaşılmakla birlikte; müvekkilin ütüyü kıskandığının hangi gerekçe ile belirtildiği bir türlü anlaşılamamıştır. Davalı- karşı davacı, müvekkilin önce yumurtasını yediği tavuğu kıskandığını, sonra da kıyafetleri ütülemeye yarayan cansız bir cismi kıskandığını belirtmiştir. Müvekkil, illa ki bir şeyi davalı- karşı davacıdan kıskanacak olsa bu şey, öncelikle evdeki kedi olurdu. Davalı- karşı davacının iddialarının akıl ve mantık kurallarına ne derece uygun düştüğünün takdirini Sayın Mahkemenize bırakmaktayız.

Müvekkil, müşterek çocuğa beslenme hazırlarken her zaman için öncelikle protein değeri olan yüksek besinler koymayı hedeflemiştir. Kek, çikolata, kurabiye, simit gibi ürünler Sayın Mahkemenizin de takdirinde olacağı üzere kan şekerini aniden yükselten ve kişiye mutluluk hormonu takviyesini sağlayan ürünler olsa da aniden acıkmaya sebebiyet veren karbonhidrat içeriği yüksek olan üstelik besin değeri de oldukça düşük olan besinlerdir. Müşterek çocuk, her ne kadar müvekkilden bu türden besinler hazırlamasını istemişse de müvekkil; çocuğunu çok seven bir anne olarak dahi, çocuğunun sağlığını ve zihinsel aktivitesini yani üstün yararını düşünerek; bu türden besinleri haftasonları evde yiyebileceğini belirterek reddetmiştir. Davalı- karşı davacı, müşterek çocuğun okuldan aç geldiğini belirtmişse de; müşterek çocuk, müvekkilin durumu kendisine anlatmasıyla birlikte müvekkili anlamış ve yiyeceklerini yemiştir. Diğer annelerin çocukları için hazırlamış olduğu çikolata, kek, kurabiye, simit gibi ürünlerin sanki sağlıklı ve matah bir menüymüş gibi örnek gösterilmesi uygun değildir. Yine, davalı- karşı davacı, yiyeceklerin bozulduğunu iddia etse de; müşterek çocuk herhangi bir zehirlenme şikayetiyle hastaneye gitme gereksinimi duymamıştır. Yani, davalı- karşı davacının iddiaları haksızdır.

Davalı- karşı davacı, müvekkilden olup olmadık zamanlarda kendisiyle cinsel birliktelikte bulunmasını istemiştir. Örneği müşterek çocuk salonda oyun oynarken veya çizgi film izlerken; davalı- karşı davacı, mutfakta temizlik veya çay yapan müvekkilimin yanına gelerek mutfak perdesini kapatmaya çalışmış; müvekkile yakınlaşmaya çalışmıştır. Müvekkil, müşterek çocuğun halen uyanık olduğunu, ansızın mutfağa gelebileceğini, bu durumu görmesinin onun psikolojisine uygun olmadığını davalı- karşı davacıya söyleyince, davalı- karşı davacı müvekkilime sinirlenmiş ve bu günlerin gecesinde ayrı yatakta uyuyarak kendince müvekkilimi cezalandırmıştır.

Müvekkil, takıntı ve obsesyona sahip bir birey değildir. Müvekkil, her kadın gibi olağan sayılabilecek tarzda bir düzeni eve getirmeye çalışmıştır. Müvekkil, müşterek çocuğun yaşı gereği hareketli olmasının farkında olmuştur ve bir şey dökmesine, eşyaları dağıtmasına kızmamış, sadece herhangi bir şey dökerse veya eşyalarını dağıtırsa geri toplaması gerektiği konusunda çocuğuna bilinç kazandırmak için uğraşmıştır. Zaten müvekkil, halı ve perde gibi eşyaları kendisi temizlememiş; bunun için halı yıkama fabrikalarına başvurmuştur. Yani müvekkilin, ben bunu nasıl temizlerim gibi bir endişeye sahip olması mümkün değildir.

Davalı- karşı davacı, tarafımızca sunulan beyanların çelişkili olduğunu ifade etmiştir. Ancak davalı- karşı davacı, iddialarında haksızdır. Şöyle ki;

Elbette evliliğin ilk yıllarında davalı- karşı davacı ile müvekkilin ve müşterek çocuğun aynı sofrada oturduğu ve birlikte yemek yediği zamanlar olmuştur. Müvekkil, her zaman olduğu gibi bu zamanlarda da büyük bir hevesle mutfağa girmiş ve davalı- karşı davacının iddialarına karşılık, makarna ve kahvaltı dışında birçok yiyecek hazırlamıştır. Tarafımızca belirtilen;

"Müvekkilin hazırlamış olduğu yemekler, okuldan gelen müşterek çocuk ve işten gelen davalı tarafından memnuniyetle tüketilmiştir." cümlesi, bu sebeple sarf edilmiştir.

Ancak Sayın Mahkemenizin de takdirinde olduğu üzere, taraflar evlilikte sorun yaşamaya başlayınca davalı- karşı davacı, müvekkille ortak paylaşım yapmasına yarayan yemek ve yatak odasında yatma faaliyetlerinden kaçınmaya başlamış ve özellikle son iki yıldır;

"Ben zaten evde yemiyorum ki, sen al." demiştir. Davalı- karşı davacının, bir sözcük oyunu oynar gibi tarafımızca belirtilen cümleleri irdelemesi ve kendince bir çelişki yaratması kabul edilemez. Zira, herkesin bildiği gibi, evlilikte sorunların yaşanması ile birlikte tarafların ortak paylaşımları azalmaktadır.

Taraflar, müşterek çocuğun hazır yemeyi sevmesi sebebiyle ayda bir ya da iki ayda bir olmak üzere dışarıda yemek üzere dışarıya çıkmışlardır. Ancak bunun dışındaki tüm günler, haftasonları da dahil olmak üzere, müvekkil, evde yemek yapmıştır. Müvekkilin cumartesi günleri makarna, pazar günleri ise hazır yemek üzere evde yemek yapmadığı iddialarını kesinlikle kabul etmemekteyiz.

Davalı- karşı davacının abisi Ali ************'ın maddi katkısının olmadığına ilişkin cümlemiz sehven yazılmış olup; davalı- karşı davacının abisi tarafından davalı- karşı davacıya 20 bin TL tutarında para gönderilmiş olup; ilgili tediye makbuzu Sayın Mahkemenize sunulacaktır. Bunun dışında müşterek çocuk için açılmış olan birikim hesabına gereken tüm ödemeler müvekkil tarafından yatırılmıştır. Davalı- karşı davacının abisinden gelen para hiçbir zaman müvekkilin eline ulaşmamıştır. Zira davalı- karşı davacı ile abisi arasındaki para alışverişine hiçbir zaman müvekkilim dahil olmamıştır. Zira müvekkilim, abi kardeşin arasına girmek istememiştir.

Davalı- karşı davacı, müvekkilin erkek kardeşine ait düğünü kendisinin karşıladığını haksız şekilde belirtmiştir. Zira davalı- karşı davacı, önce müvekkilin erkek kardeşine düğünde iki bilezik taktığını iddia etmiş; sonrasında ise görüldüğü üzere iddialarını genişleterek düğünü komple kendisinin yaptığını belirtmiştir. Sayın Mahkemenizce itibar edilmemesini talep ederiz.

Yine davalı- karşı davacı, önce müvekkilin üzerine kayıtlı bulunan araçtan haberdar olmadığını belirtmiş; sonrasında ise bu araca ait tüm kasko ve sigorta bedellerini ödediğini belirtmiştir. Davalı- karşı davacıya ait bulunan bu iddia kendi içinde çelişki barındırmakta olup; davalı- karşı davacının, müvekkile ait aracın kasko ve sigorta ödemelerini yaptığına ilişkin somut delil sunması gerekmektedir. Zira, iddia eden iddiasını ispatla yükümlüdür.

Müvekkilin, kendisine ait bulunan kredi kartları ile müşterek çocuğa ait doğum günü için yapmış olduğu pastane harcamaları Sayın Mahkemenize sunulacaktır. Yine müvekkil, ev için gıda alışverişlerine fazlasıyla katılmış olup; A101, BİM, ŞOK, ŞEHZADE gibi market zincirleri başta olmak üzere birçok butik et ve tavukçuluk, yufka, balık gibi ürünler satan butik mağaza ve dükkanlardan alışverişlerde bulunmuştur. Müvekkilin gıda alışverişi yaptığı tüm harcamaları gösterir kredi kartı ekstre dökümü Sayın Mahkemenize sunulacaktır.

Müvekkilin kök ailesinin, davalı- karşı davacıdan mobilya almayı reddetmiş olmasının işbu davada müvekkile ne gibi bir kusur yüklenmesine yarayacağı tarafımızca anlaşılamamıştır. Müvekkilin ailesi bir kibarlık örneği göstererek, araya parasal bir ilişkinin girmemesi ve bu sebeple de davalı- karşı davacı ile aralarının bozulmasının önlenmesi amacıyla davalı- karşı davacıdan mobilya satın almak istememişlerdir. Ancak davalı- karşı davacı, aile ilişkilerinden ziyade parasal ilişkileri daha üst sırada tuttuğundan ötürü, müvekkilim kök ailesinin kendisinden mobilya satı almamasına içerlemiş; kendisi yerine başkalarına para kazandırdıklarından ötürü kin beslemiştir.

Davalı- karşı davacının ***** SARRAF'tan müvekkile set aldığı ve davalı- karşı davacının babasının, davalı- karşı davacıya para vererek davalı- karşı davacının üzerine bulunan 38 BM *** plaka sayılı aracı aldığına ilişkin husus sabit değildir. Zira **** SARRAF'tan alışveriş yaparak su yolu setini alan davalı- karşı davacı değil; müvekkilin kendisidir. Sayın Mahkemenize sunacağımız kredi kartı ekstre dökümleri bu hususu kanıtlayacaktır. Yine bahse konu araba, davalı- karşı davacının babası tarafından gönderilen para ile satın alınmamış olup; müvekkile takılan ziynetlerle satın alınmıştır. Davalı- karşı davacının bu haksız iddialarına itibar edilmemesini saygılarımızla arz ve talep ederiz.

Müvekkilin kök ailesi, kızlarına karşı üstlerine düşen sorumluluğu sonuna kadar yerine getirmiştir. Davalı- karşı davacının iddialarına hak verilecek en kötü varsayımda dahi; yani müvekkilin ailesinin evlenirken müvekkile 1 gram dahi altın takmadığı yönündeki varsayımdan hareket edilecek olsa dahi, Sayın Mahkemenizce de bilindiği üzere, Yargıtay tarafından kabul edilmiş güncel içtihat gereği düğün ve nişan gibi merasimlerde kim tarafından ve kimin üzerine takılmış olursa olsun tüm ziynetler kadına ait sayılmaktadır. İşbu sebeple, davalı- karşı davacının, müvekkilin ailesinin müvekkile altın takmadığı iddiası somut ve maddi gerçeğe tamamen aykırı bulunduğu gibi; kabul edilecek olsa dahi düğün ve nişan gibi tüm törenlerde takılan tüm altın ve ziynetlerin müvekkile ait olduğunun kabulü gerekmektedir.

Müvekkilin altın ve ziynetleri müvekkilin kök ailesinde olmamış; davalı- karşı davacı, müvekkilden altın ve ziynetleri alana kadar müvekkil, işbu ziynetleri muhafaza etmiştir. Müvekkil, davalı- karşı davacının araba almak için altınları istemiş olması sebebiyle işbu ziynetleri, davalı- karşı davacıya geri verilmek üzere teslim etmiştir. Ancak davalı- karşı davacı, arabayı aldıktan sonra ziynetleri müvekkilime iade etmemiştir.

Yukarıda izah edilen tüm sebepler göz önünde bulundurularak, Sayın Mahkemenizden, hukuki yaradan yoksun ve somut, maddi gerçeğe tamamen aykırı iddia ve savunmaları sunulduğu, davalı- karşı davacıya ait haksız davanın reddini, saygılarımızla talep ederiz.

HUKUKİ NEDENLER : HMK, TMK, TBK ve yasal sair tüm mevzuat

HUKUKİ DELİLLER : Nüfus kayıtları

                                                                         Sosyal ve ekonomik durum araştırması

                                                                         Ekran görüntüleri

                                                                         Video kayıtları

                                                                         Ses kayıtları

                                                                         Düğün ve nişan törenlerine ait fotoğraf ve video kayıtları- CD/ flash bellek şeklinde sunulacaktır.

                                                                       Tapu kayıtları

                                                                       Araç kayıtları

                                                                       Emniyet kayıtları

                                                                       Trafik tescil kayıtları

                                                                       faturalar

                                                                       Mahkeme dosyaları

                                                                       Kredi kartı hesap özetleri

                                                                       Sosyal medya kayıtları

                                                                       makbuzlar

                                                                       Hizmet dökümleri

                                                                       Arama kayıtları

                                                                       Mesaj kayıtları

                                                                       HTS kayıtları

                                                                       Davalının banka ve kredi kartı hesap hareketleri

                                                                       Tanık

                                                                       Bilirkişi

                                                                       Keşif

                                                                       isticvap

                                                                       Yemin ve karşı tarafın delil sunmasına karşı delil sunma hakkımız saklı kalmak kaydıyla yasal sair tüm deliller.

SONUÇ VE İSTEM :

Yukarıda arz ve izah olunan ve Sayın Mahkemenizce re'sen göz önünde bulundurulacak nedenlerle,

Tarafımıza ait haklı davanın kabulüne,

Tarafların TMK m.166 uyarınca "Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması" sebebiyle boşanmalarına karar verilmesini,

Tarafların müşterek çocuğu, 10/10/2015 doğumlu *********'ın yargılama sonunda kesinleşmiş boşanma tarihinden itibaren kalıcı velayetinin müvekkile verilmesine karar verilmesini,

Fazlaya ilişkin haklarımız saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00TL harca esas değer gösterdiğimiz düğün sırasında müvekkile takılan ziynet eşyalarının aynen iadesi, bu mümkün değilse fiili teslim tarihindeki rayiç bedeli üzerinden nakden iadesine karar verilmesini,

İşbu yargılama sırasında müşterek çocuk *********** lehine yargılama süreci boyunca 10.000,00TL tedbir nafakasına hükmedilmesini, yargılama sonunda kesinleşmiş boşanma kararı tarihinden itibaren ise her yıl ÜFE- TÜFE oranında artmak üzere 10.000,00TL iştirak nafakasına hükmedilmesine karar verilmesini,

Müvekkil lehine işbu evlilik sebebiyle yaşamış olduğu maddi zararlar sebebiyle 1.000.000,00 TL maddi tazminata, müvekkil lehine yaşamış olduğu üzüntü ve manevi zararlar sebebiyle 1.000.000,00TL manevi tazminata hükmedilmesine karar verilmesini,

Davalı- karşı davacı tarafından hukuki dayanaktan yoksun, asılsız ve mesnetsiz karşı davanın reddi ile işbu karşı davada, davalı- karşı davacı tarafından ileri sürülen tüm taleplerin reddine,

Davalı- karşı davacı tarafından ileri sürülen 1.000.000,00 TL maddi ve 1.000.000,00 TL manevi tazminat talebi olmak üzere toplam 2.000.000,00 TL tazminat taleplerinin reddine,

Yargılama giderleri ve karşı vekalet ücretinin karşı tarafa bırakılmasına,

Karar verilmesini saygılarımla vekaleten arz ve talep ederim. 31/01/2024

                                                                                                         DAVACI- KARŞI DAVALI VEKİLİ

                                                                                                                      Av. Gizem Gül UZUN