Boşanma Davası Cevaba Cevap Dilekçesi Örneği

                                         KAYSERİ 5. AİLE MAHKEMESİNE

DOSYA NO : 2023/**** E.

DAVACI- KARŞI DAVALI :

VEKİLİ : Av. Gizem Gül UZUN

                                                                        Sahabiye Mah., Teoman Sk., Avukatlar İş Hanı, Bina No:9, Kat:5, Daire No:501, Kocasinan/ KAYSERİ

DAVALI- KARŞI DAVACI :

VEKİLİ :

KONU : Cevaba cevap dilekçemizin ibrazı ile karşı davaya itirazlarımızın sunulması hakkındadır.

AÇIKLAMALAR :

Davalı- karşı davacı, vermiş olduğu cevaba cevap dilekçesinde tarafımızca açılan boşanma davasında ileri sürmüş olduğumuz hususların tamamen asılsız ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu belirtmiştir ki; davalı- karşı davacının tarafımızca ileri sürülen hususlara ilişkin açıklaması asıl asılsız ve hukuki dayanaktan yoksundur. Şöyle ki;

Sayın Mahkemenizce de bilindiği üzere evlilik, her iki tarafın hastalıkta, sağlıkta, iyi günde ve kötü günde diyerek sonsuza kadar söz vererek oluşturmuş olduğu hukuki bir birliktir. Eşler, her ne kadar resmi evlilik akdi sırasında işbu sözleri sarf ederek mutluluğa adım atsalar da, evlilikte yolunda gitmeyen durum ve koşulların varlığı halinde ne yazık ki işbu evlilik birliği boşanma ile sonuçlanabilmektedir.

Evliliğin boşanma ile sonuçlanmasına sebebiyet verecek durum ve olaylar, hukukumuzda "Boşanma sebepleri" olarak belirtilmiştir. Örnek verecek olursak;

Zina (TMK m.161)

Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış (TMK m.162)

Suç işleme veya haysiyetsiz hayat sürme (TMK m. 163)

Terk (TMK m. 164)

Akıl hastalığı (TMK m. 165)

Evlilik birliğinin temelinden sarsılması (TMK. m.166)

Tarafımızca açılan boşanma davası, TMK m.166 uyarınca, genel bir boşanma sebebi olarak kabul edilen "Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması" şeklindeki boşanma sebebi dayanak gösterilerek açılmıştır. Sayın Mahkemenizce de bilindiği üzere evlilik birliğinin temelinden sarsılması şeklindeki boşanma sebebinin içine, eşlerin birbirine ruhsal aidiyet hissetmemesi, mizaç farklılıkları gibi soyut sebepler dahi dahil edilebilmekte; bu sebeple yapılan yargılamada, eşlerin birbiriyle yaşamalarına ve evliliklerini sürdürmelerine olanak kalmadığına kanaat getirilerek eşlerin boşanmalarına karar verilebilmektedir.

Nitekim tarafımızca açılan boşanma davasında, işbu evliliğin müvekkilimiz için artık çekilmez hale geldiğini, bu evliliğin devamının, haklı sebeplerle müvekkilden beklenemeyeceği kuşkusuzdur.

Yukarıda açıklanan sebeplerle, davalı- karşı davacı, vermiş olduğu cevap dilekçesinde her ne kadar tarafımızca açılan boşanma davasının tamamen asılsız ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu belirtmişse de; davalı- karşı davacının bu savunması, her açıdan yersiz ve komiktir. Zira, tarafımızca açılan boşanma davasında ne usul ne de esas yönünden herhangi bir hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Nasıl ki evlenmek, kanunlarda ergin, reşit ve temyiz kudretine sahip kişilere tanınmış bir hak ise, boşanmada, aranan sebeplerin varlığı halinde eşlere kanunlarla tanınmış bir haktır.

Müvekkilimiz de pek tabii olarak, kanunda kendisine tanınan boşanma hakkı şeklindeki medeni hakkını kullanmak maksadıyla işbu evliliği sonlandırmak üzere Sayın Mahkemenize davacı statüsünde yer alarak başvurmuştur. Müvekkil, boşanma hakkını hem usul hem de esas yönünden kurallara uygun bir biçimde gerçekleştirmiştir. Anılan koşullarda, müvekkilin açtığı işbu boşanma davasının mesnetsiz ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu söylemek, kişilere kanunla verilen boşanma hakkının kullanılmasının önüne geçmeye çalışmaktır ki; kanunlarımız ve Anayasa bu savunmaya kesinlikle itibar etmemektedir. İşbu sebeple tarafımızca açılan boşanma davasının Sayın Mahkemenizce kabulünü talep ederiz.

Davalı- karşı davacı, müvekkilin, tanışmış oldukları günden beri kendi başına karar veremediğini, üçüncü kişilerin onayı ile hareket ettiğini iddia etmiştir. Öyle ki davalı- karşı davacı, müvekkil ile görücü usulü tanıştıklarını, müvekkilin annesinin, kızına "Evlenin." demesi üzerine müvekkilin kendisi ile evlendiğini iddia etmiştir. Davalı- karşı davacının bu iddiaları haksızdır. Şöyle ki;

Müvekkil, üniversite eğitimi almış; jeoloji mühendisliği bölümünü bitirmiş ve hali hazırda kardeşiyle birlikte ortak sermaye ile kurmuş olduğu şirketinde jeoloji mühendisi olarak çalışan bir kimsedir. Böylesine nitelikli bir eğitim hayatına sahip olan ve kendine ait iş yerini idare edecek zeka ve kabiliyete sahip olan müvekkilimizin, üçüncü kişilerin talimatları ve onayıyla hareket edecek pasif bir kişilik yapısına sahip olduğu iddiası hayatın olağan akışına tamamen aykırı bulunmaktadır.

Sayın Mahkemenizce de bilindiği üzere görücü usulü evlilik, gelin ve damadın, öncelikle çiftine kendisi dışındaki komşu, akraba, ebeveyn gibi kişiler tarafından seçilerek birbirleriyle tanıştırıldığı ve neticede gelin ve damat adaylarının anlaşması üzerine aile üyelerinin onayıyla evlilik hayatına adım atılan türde bir tanışma yöntemidir. Bilindiği üzere toplulumuzda kadın ve erkek, birbirlerini flört, sevgililik dediğimiz yolla kendileri bulsa dahi, aile bireyleri yine de devreye girmekte ve tarafların birbirleri için uygun olup olmadıkları noktasında fikirlerini beyan etmektedirler. Sevgililik ve flört tipi ilişkilerde bile dahi durum böyle iken; görücü usulü evlilikte aile bireylerinin fikir beyan etmeleri kaçınılmazdır.

Karşı tarafında açıkça ifade ettiği üzere taraflar, görücü usulü şeklinde tanışmışlardır. Tarafların tanışma süreçleri olumlu sürünce de müvekkilimizin annesi, bir anne olarak, kızının ilişkisinin güzel gittiğini görünce fikrini beyan etmiş ve evlenin demiştir. Bu açıklanan hususun müvekkilin, üçüncü kişilerin onayıyla hareket eden kişilik yapısı ile ne denli alaka ve ilgisinin olduğunun takdirini Sayın Mahkemenize bırakmaktayız.

Zira fikrimizce, eğer olay;

Müvekkilin karşı tarafla güzel giden bir ilişkisi olduğu fakat müvekkilin annesinin bu ilişkiye onay vermemiş olması, müvekkilin; annesinin sözüyle nişan attığı veya karşı tarafı, annesinin onay vermemiş olması sebebiyle reddettiği varsayımında, karşı tarafın iddiası yerinde görülebilirdi. Ancak taraflar, tanışma süreçlerinde olumlu ilişkiler içinde olmuşlar; müvekkilin mutlu olduğunu gören annesi ise pek doğal olarak kızının yuva kurmasını istemiş ve evlenin demiştir. Bunda absürt ve işbu yargılamaya konu edilecek bir husus yoktur. Sayın Mahkemenizce davalı- karşı davacının iddialarına itibar edilmemesini talep ederiz.

Yine davalı- karşı davacı, kuaförde geçtiğini iddia ettiği bir olaya değinmiş; yukarıdaki iddialarını desteklemek ve Sayın Mahkemenizde haksızca bir kanaat oluşturmak için müvekkilin, saçını dahi bir başkalarının onayı ile beğendiğini iddia etmiştir. Sayın Mahkemenizce de bilindiği üzere bir kadının hayatındaki en önemli iki gün; evlendiği/ nişanlandığı ve çocuğunu kucağına aldığı gündür. Böylesine önemli ve bir defa yaşanacak bir günde her şeyin en mükemmel şekilde olmasını isteyen bir kadının, görünüşü noktasında tatlı bir endişeye sahip olması ve diğer hemcinslerine nasıl göründüğü noktasında soru sorması ve onların da görüşlerini almak istemesi karşısında daha doğal ne olabilir?

Davalı- karşı davacının bu iddiaları, artık birey olacak ve evlilik birliğine adım atacak olgunluğa erişmiş olan müvekkilimiz hakkında, Sayın Mahkemenizde olumsuz bir kanaat oluşturmaya yönelik haksız söylemlerinden ibarettir. Sayın Mahkemenizce, davalı- karşı davacının haksız iddialarına itibar edilmemesini saygılarımızla talep ederiz.

Karşı taraf, iddialarının devamında, müvekkilin kök ailesinin, müvekkili maddi ve manevi her anlamda yalnız bıraktığını, müvekkilin de karşı tarafın ve ailesinin birbirleriyle olan samimiyetini görünce, kendi ailesine zaman zaman sitem ettiğini belirtmiştir. Karşı tarafın bu iddiaları tamamen haksızdır. Şöyle ki;

Müvekkilin ailesi, davalı- karşı davacının ailesi gibi, kızlarına, her aile gibi, düğün töreninde destek olmuş ve altın, takı gibi ziynet eşyalarını hediye etmekten geri durmamışlardır. Öyle ki taraflar, davalı- karşı davacının daha ehliyeti ve yeterli parası yokken dahi araba almak istemesi üzerine; müvekkile düğünde takılan altın, takı gibi ziynet eşyalarını bozdurarak 38 BM *** plaka sayılı, 2013 model Seat İbiza marka aracı satın almışlardır.

Yine müvekkil, kardeşi ile birlikte ortak sermaye havuzu oluşturmuş ve birlikte "Yaşam Mühendislik" isimli bir iş yeri kurmuşlardır. Ancak davalı- karşı davacı, bu durumu, mal rejiminin tasfiyesine ilişkin davanın görüldüğü Kayseri 8. Aile Mahkemesinin 2023/**** Esas sayılı dosyasında, Yaşam Mühendislik isimli iş yerinin kendi maddi desteği ile kurulduğunu haksız şekilde iddia ederek, müvekkilin ailesinin, çok sevdikleri müvekkile olan maddi desteklerini yalanlama cihetine gitmiştir. Görüleceği üzere müvekkilin kök ailesi ne evlenirken ne de evlendikten sonra müvekkilden maddi desteklerini esirgememişlerdir. Yani, düğün töreni, takı takılması gibi hususların yalnızca davalı- karşı davacının ailesinin katılımlarıyla gerçekleşmiş olması gibi hususlar tamamen gerçeğe aykırı ve kötü niyetle ortaya atılmış iddialardan ibarettir.

Keza, müvekkilin kök ailesi yalnızca maddi anlamda değil; manevi anlamda da evlendikten sonra dahi kızlarının yanında olmuşlardır. Müvekkilin ailesi, müvekkil evlendikten sonra, tarafları hep birlikte sahip bulundukları bağ evlerine çağırmışlardır. Müvekkilin ailesi, davalı- karşı davacıyla birlikte, kızlarını ve torunlarını görmek istemişlerdir. Ancak ne yazık ki bu ziyaretler, davalı- karşı davacının asosyal ve kıskanç kişilik yapısına sahip davranışları sebebiyle baltalanmış ve müvekkilin ailesi, ne yazık ki tarafların 9 yıl kadar uzun evlilik süreçlerinin çok az bir kısmında kızlarını ve torunlarını görme imkanı bulabilmişlerdir. Davalı- karşı davacı, ne yazık ki bu durumu da işbu yargılamada kendi lehine olarak kullanmış ve Sayın Mahkemenizde, müvekkilin ailesinin müvekkili her daim yalnız bıraktıkları konusunda bir intiba yaratmaya çalışmıştır. Davalı- karşı davacının haksız iddia ve savunmalarına itibar edilmemesini Sayın Mahkemenizden saygılarımızla talep ederiz.

Davalı- karşı davacı, müvekkile yönelik iddialarının devamında, müvekkilin korkuyla uykusundan uyandığını, bazen hıçkırarak ağladığını, öyle ki; müvekkilin bir keresinde kapıda adamlar gördüğünü belirttiğini, tekrar uyuyup sabah uyandıklarında ise müvekkilin herhangi bir şey hatırlamadığını beyan ettiğini ve bu durumun müşterek çocuk doğana kadar süregeldiğini ifade etmiştir.

Müvekkil, fiziksel ve psikolojik yani her anlamda gayet sağlıklı bir bireydir. Öyle ki; boşanma yargılamasında, Sayın Mahkemenizce verilen ara karar neticesinde, bir sosyal inceleme uzmanın, taraflarla ve müşterek çocukla görüşmeler yapmasına ve bu görüşmeler neticesinde işbu boşanma yargılaması sürecinde müşterek çocuk Aydost *********'ın geçici velayetinin hangi tarafa bırakılması gerektiğine yönelik sosyal inceleme uzmanından fikir beyan etmesi istenmiştir. Hazırlanan SİR raporu, müşterek çocuğun görüş ve istekleri, müvekkilimizin bedensel ve ruhsal sağlık durumu, müvekkilimizin herhangi bir sağlık problemine sahip olmaması gibi tüm hususlar birlikte değerlendirilmiş olup; müşterek çocuğun geçici velayetinin müvekkile bırakılmasına dair rapor hazırlanmıştır. İlgili SİR raporunu dilekçemizde tekrar ibraz etmek isteriz;

"Yapılan inceleme, gözlem, görüşmeler ve dosya içeriğinin incelenmesi neticesinde

tarafların 2014 yılında görücü usulüyle evlendikleri, bu evlilikten 2015 doğumlu bir müşterek

çocuklarının dünyaya geldiği, taraflar arasında yaşanan problemler sebebiyle 2,5 haftadır fiili ayrılık

süreci yaşıyor oldukları, bu süreçte müşterek çocuğun davacı ile kaldığı ve davalı ile de görüşebildiği,

her iki tarafın da boşanmaya kararlı olduğu ve çocuğun velayetini istedikleri bilgileri edinilmiştir.

Hukuksal ispat sürecinden bağımsız olarak velayet hususunda yapılacak olan değerlendirmede her iki tarafın da gelir getirici bir işte çalıştıkları ve çocuğun maddi gereksinimlerini karşılayabilecek sosyo-ekonomik gelir seviyesine sahip oldukları, çalıştıkları süre zarfında ise çocuğa ikincil bakım veren konumda olan tarafların çocuk bakımı konusunda geniş aile desteği kapsamında yeterli sosyal destek sistemine sahip oldukları, evlilik birliği içerisinde de tarafların çalıştığı dönemde çocuğa bu geniş aile tarafından bakım sağlandığı, dolayısıyla çocuk ile destek sistemleri arasında duygusal bağın da bulunmasından hareketle çocuğun bu destek sistemlerine kolay uyum sağlayabileceğinin ve adaptasyon sorunu yaşamayacağının düşünüldüğü, her iki tarafın da çocuğun temel bakım gereksinimlerini karşılamasına engel bir sağlık problemi olmayıp ikamet koşulları açısından da yeterli düzeyde çocuğa temel barınma koşullarını sağlayabilecekleri, tarafların ebeveynlik rol ve modelliği ile örneklik kapasitesi açısından olumlu bir figür sergiledikleri, çocuğun beslenmesi, temizliği gibi temel bakım gereksinimlerinin karşılanması konusunda ise ağırlıklı olarak davacının görev aldığı ve davacının temel bakım verme kapasitesine yönelik davalının da ciddi bir olumsuz aktarımının olmadığı, yaşanan fiili ayrılık sürecinde müşterek çocuğun beslenmesi, temizliği ve barınma koşulları gibi temel fizyolojik ihtiyaçlarının davacı tarafından karşılanıyor olduğu ve süreç yaşantısına ilişkin olarak çocuk üzerinde bir ihmal izlenimine rastlanılmadığı, çocuğun davacıya karşı olumlu duygu, düşünce ve davranış hali içerisinde olduğu, davacı ile aralarında güvenli bağlanma düzeyi geliştirdiği, aynı zamanda çocuğun davalıya karşı da özlem duygusu içerisinde olduğu ve davalıya karşı herhangi bir olumsuz

 aktarım ya da tepkisel davranış sergilemeyip görüşmeye açık ve istekli bir konumda olduğu, davalı ile olan görüşmelerinde ise herhangi bir olumsuz yaşam deneyimine maruz kalmadığı, her iki tarafında çalışma saatleri göz önünde bulundurulduğunda davacının çalışma saatlerini müşterek çocuğun eğitim saatine göre şekillendirdiğinin belirtildiği, bu bağlamda birincil bakım veren olarak çocuğuna daha fazla

vakit ayırabilme imkanına sahip olduğu, boşanma sonrası süreçte çocuğun bir ebeveyn eksikliği yaşamadan, her iki ebeveyni tarafından da yeterli ve düzenli ilgi, sevgi ve şefkat duygusu, denetleyen

konumu ve otorite figürü gibi duygusal doyum gereksinimlerini edinerek gelişim süreçlerini tamamlamasının, çocuğun süreci sağlıklı atlatabilmesi için gerekli olduğu, mevcut durumda çocuğun her iki ebeveyninden de maddi ve manevi kazanım elde etme olanağına sahip olduğu kriterleri, aynı zamanda

çocuğun da istek ve düşünceleri göz önünde bulundurularak yapılacak olan değerlendirmede; boşanma

eyleminin gerçekleşmesi veya ayrılık sürecinin devamlılığı halinde müşterek çocuk Aydost

********'ın velayetinin davacı Ayşegül ********'a verilmesinin, davalı ile de çocuk

arasındaki sağlıklı ebeveyn çocuk ilişkisinin devamlılığı, duygusal bağın sürekliliği, çocuğun

davalıdan elde edeceği duygusal doyum gereksinimlerinin yeterli biçimde karşılanabilmesi

amacıyla her hafta sonu yatılı kişisel ilişki kurulmasının müşterek çocuğun yüksek yararına

olacağı düşünülmektedir."

Sayın Mahkemenizce de görüleceği üzere, hazırlanan SİR raporunda müvekkil hakkında ne sağlık, ne sosyo ekonomik durum ne de çocuğun bakım ve gözetimi konusunda olumsuz bir raporlama yer almamış; bilakis müşterek çocuğa birincil bakımın müvekkil tarafından sağlandığı, müvekkilin fiili ayrılık sürecinde müşterek çocuğun bakımını ihmal etmediği vurgulanmıştır.

Eğer müvekkilimizin psikolojik sağlığı, davalı- karşı davacının iddia ettiği gibi bozuk olsaydı; müvekkil ne çalışma hayatında başarı elde edebilir; ne de böylesine zor bir süreçte halen müşterek çocuğuna olumlu şartlar altında bakmaya devam edebilirdi. Açıklanan sebeplerle, davalı- karşı davacının bu türden haksız iddialarının tamamen Sayın Mahkemenizde müvekkilimize yönelik olumsuz bir intiba bırakmaya yönelik olduğu tartışmasızdır. Sayın Mahkemenizce bu iddialara itibar edilmemesini saygılarımızla talep ederiz.

Davalı- karşı davacı, iddialarının devamında müvekkilin, evlilik birliği içerisinde yaşananlar sürekli olarak kendi kök ailesine anlattığını iddia etmiştir ki; davalı- karşı davacının bu iddiaları tamamen asılsızdır. Şöyle ki;

Müvekkil, hiçbir zaman aile birliğinde yaşanan problemleri ne ailesine ne de arkadaşlarına dahi hiçbir zaman anlatma cihetine gitmemiş; bilakis müvekkilimiz, davalı- karşı davacının tüm öfke problemlerine karşılık sessiz ve sakin kalma yoluna giderek, evlilikteki krizlerin aşılmasını ummuştur. Müvekkil, evlilik sorunlarını öylesine aklı selim biçimde halletmeye çalışmıştır ki; müvekkilin kök ailesi, tarafların boşanma aşamasında olduklarını ancak tarafların fiili ayrılık sürecine girmeleriyle beraber öğrenmişlerdir. Müvekkilin kök ailesi, müvekkilin durumu kendilerine anlatması üzerine üzüntüden çok şaşkınlık duymuş; kızlarının böylesine zor bir süreci kendi başına nasıl yüklendiğine üzülmüşlerdir. Davalı- karşı davacının, müvekkilin evlilik birliğinde yaşanılan olayları kendi kök ailesine anlattığı yönündeki haksız iddiası, işbu boşanma yargılamasında menfaat elde edebilmek amacıyla müvekkile kusur isnadında bulunmaktan öte değildir. Sayın Mahkemenizce bu iddialara itibar edilmemesini saygılarımızla talep ederiz.

Davalı- karşı davacının, müvekkilin özel günlerini kutladığı, sık sık çiçek, elbise gibi hediyeler aldığı; öyle ki sadece müvekkilin değil; müvekkilin anne ve babasının da özel günlerini atlamadığı şeklindeki savunması gerçeği yansıtmamaktadır. Davalı- karşı davacı, bu türden jestlerini yalnızca tarafların evliliklerinin ilk yıllarında gerçekleştirmiş; ancak ne yazık ki zamanla bu jest ve hediyelerinden tek taraflı olarak vazgeçmiştir. Müvekkilin davalı- karşı davacıya önce;

"Başkalarına çiçek geldiğinde notta kimin gönderdiği yazıyor, bana sadece çiçek geliyor." deyip; sonra ise "Başkalarına gelen çiçeklerde şiirler yazıyor, sen sadece adını yazıp gönderiyorsun, biliyorum kim olduğunu zaten." demiş olması, jeoloji mühendisi olarak çalışan, olgun bir kişilik yapısına sahip müvekkilimizin sarf edeceği türde cümleler değildir. Müvekkil, evliliklerinin son yıllarında artık davalı- karşı davacıdan, çiçekler, hediyeler beklemekten de vazgeçmiş; yalnızca kendileriyle birlikte bir sofrada buluşmasını, müvekkile bir "eline sağlık" cümlesini kurmasını yeterli görmüştür. "Eline sağlık." gibi basit bir cümle ile bile mutlu olmaya razı gelen müvekkilimizin, davalı- karşı davacı tarafından gönderildiği iddia edilen çiçeklerde kusur bulmuş olması hayatın olağan akışına tamamen aykırıdır. Davalı- karşı davacının iddia ve savunmasına itibar edilmemesini Sayın Mahkemenizden saygılarımızla talep ederiz.

Davalı- karşı davacı, müvekkilin her zaman çalışmasını istediğini ve çalışma hayatını desteklediğini belirtmiştir ki; bu iddiasında tamamen haksızdır. Daha önce boşanma dava dilekçesinde ileri sürmüş olduğumuz gibi davalı- karşı davacı müvekkilimizden için müşterek çocuğa hitaben;

"Oğlum annen yesin, içsin, gezsin. Sana baktığı yok. Herkes zıpkın gibi evde oturup çocuğuna bakıyor, annen işe gidiyor, geziyor." demiştir. Yani davalı- karşı davacının, müvekkilin iş hayatını desteklediğine ilişkin tüm bu haksız iddiaları, Sayın Mahkemenizde kendi lehine olumlu bir kanaat oluşturma amacı iledir. Sayın Mahkemeniz tarafından bu iddia ve savunmalara itibar edilmemesini saygılarımızla talep ederiz.

Müvekkil, erkek kardeşi ve aynı zamanda ortağı olan Osman ****** ile çok iyi anlaşmaktadır. İki kardeş, sırt sırta vererek, Yaşam Mühendislik isimli iş yerini kurmuş ve ortak olarak faaliyete başlamışlardır. Müvekkil ile erkek kardeşinin üç kez ciddi olarak kavga ettikleri ve iş ortaklıklarını sona erdirme aşamalarına geldikleri ve müvekkilin annesi, Terfiz ******'in davalı- karşı davacıdan bu hususa ilişkin arabuluculuk etmesini istemesi iddiası kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır. Sayın Mahkemenizce itibar edilmemesini talep ederiz.

Davalı- karşı davacı, müvekkile ev işlerinle yardım ettiğini, işten gerekirse erken çıkarak yiyecek- içecek malzemeler aldığını, öyle ki evi temizlemesi için düzenli bir temizlikçi tuttuğunu, fakat müvekkilin temizlikçiyi beğenmediğini, bu sebeple de sürekli temizlikçi değiştirdiklerini, zaten müvekkilin misafirden hoşlanmadığını, misafirlere ziyaret için 2 ay sonrasına randevu verdiğini belirtmiştir.

Davalı- karşı davacı, her iddiasında olduğu gibi bu iddiasında da haksızdır ve kendisine ait olumsuz tutum ve davranışlarını müvekkile izafe ettirme çabası içerisindedir. Eve misafir gelmesini istemeyen müvekkil değil; bizzat davalı- karşı davacının ta kendisidir. Şöyle ki daha önce ileri sürmüş olduğumuz gibi davalı- karşı davacı, eve misafir gelmesini hiçbir zaman istemediği gibi, karşılık olarak eve misafirlerin gelmesini önlemek için kendisi de misafirliğe gitmeyi tercih etmemiştir. Davalı- karşı davacı ile evlenmeden önce gayet sosyal olan ve birçok arkadaş çevresi bulunan müvekkil, davalı- karşı davacının bu isteksiz tavırları sebebiyle birçok kez misafirliğe gelmek isteyenleri, çocuğum hasta, işim var, evde değilim diyerek reddetmek zorunda kalmıştır. Müvekkilin kök ailesi de tarafları bağ evlerine çağırmış ancak davalı- karşı davacı, müvekkilin ailesinin bu tekliflerini;

"Ne gerek var?" diyerek reddetmiştir. Müvekkil, davalı- karşı davacının müvekkilde yaratmış olduğu korku ve baskı sebebiyle telefonuna gelen aramaları dahi açamaz hale gelmiştir. Çünkü müvekkilin telefonu her çaldığında davalı- karşı davacı;

"Kim o arayan?" diyerek müvekkili korkutmuştur. Yani, davalı- karşı davacının, misafir sevdiği ve misafirlere ilişkin olarak müvekkile yardım ve destekte bulunduğu hususları tamamen asılsızdır. Sayın Mahkemenizce itibar edilmemesini talep ederiz.

Davalı- karşı davacı, iddialarının devamında müvekkilin sürekli olarak akşam yemeklerinde kahvaltı- çay hazırladığını, makarna yaptığını, pazar günleri ise müvekkilin yemek yapmayı tercih etmediğini bu sebeple de dışarıdan yemek söylediğini iddia etmiştir. Bu iddiaları kesinlikle yerinde değildir ve tarafımızca kabul edilmemektedir. Şöyle ki;

Müvekkil, her şeyden önce bir anne olarak çocuğunun bakımına ve beslenmesine azami derecede önem göstermiş ve çocuğunun okul kantininden dahi zararlı yemekler yememesi adına çocuğuna her gün ev yemeklerinden oluşan beslenme çantaları hazırlamıştır. Çocuğuna bu derece önem gösteren müvekkil, sırf çocuğu gıdasız kalmasın diye işinden erken saatlerde, çocuğu okuldan çıkmadan önce evine gelmiş ve dinlenmeden ilk işi olarak mutfağa girip, akşam yemeklerini erken saatlerde hazırlamıştır. Müvekkilin hazırlamış olduğu yemekler, okuldan gelen müşterek çocuk ve işten gelen davalı- karşı davacı tarafından memnuniyetle tüketilmiştir.

Sayın Mahkemenizin talebi üzerine hazırlanan SİR raporunda da müşterek çocuğun sağlık ve gelişiminin yaşına uygun olduğu, beslenme, giyim, temizlik gibi her türden bakımının müvekkilimiz tarafından titizlikle karşılandığı belirtilmiştir. Müvekkilimizin sürekli olarak makarna yaptığı, pazar günleri ise dışarıdan yemek söylediği, hafta içlerini ise kahvaltı- çay şeklinde geçiştirdiği iddiaları yerinde olmadığı gibi; müvekkil tarafından hazırlanan yemek giderlerine katılmayan ve;

 "Kahvaltı hazırlama, ben kahvaltı yapan birisi değilim.", "Ben evde doğru düzgün yemek yemiyorum ki zaten, sen al." diyen, davalı- karşı davacının bizzat kendisidir. Sofra yalnızca müvekkilim tarafından hazırlandığı gibi, hazırlanan sofranın maddi gideri de bizzat müvekkilim tarafından karşılanmıştır. Sayın Mahkemenizce davalı- karşı davacının haksız iddialarına itibar edilmemesini saygılarımızla talep ederiz.

Müvekkilimizin, müşterek çocuğa kötü örnek olduğu ve ona, "sana vurana sen de vur." demiş olması kesinlikle hayatın olağan akışına ve maddi gerçeğe aykırıdır. Müvekkilimiz, gerek iş, gerek aile, gerekse de arkadaş çevresinde sakinliği ve nazik üslubu ile tanınmaktadır. Müvekkilimiz, oğluna sana vurana sen de vur demediği gibi; oğluyla yaptığı sohbetlerde, babası gibi olmamasına, arkadaşlarına ve kendi evliliğinde davalı- karşı davacıdan ötürü yaşamış olduğu problemlerden dolayı müşterek çocuğa bilahare kız arkadaşlarına karşı nazik ve sevecen olması konusunda öğütlerde bulunmuştur. Davalı- karşı davacı, müvekkilimiz hakkında kötü bir intiba bırakmak amacıyla işbu uydurulmuş iddiayı ortaya atmış bulunmaktadır. Sayın Mahkemenizce itibar edilmemesini talep ederiz.

Müvekkil, kıskanç kişilik yapısına sahip değildir. Müvekkili, arkadaş ve iş ortamından soyutlamaya çalışan ve müvekkilin iş için yapmış olduğu telefon konuşmalarına dahi karışan davalı- karşı davacının bizzat kendisidir. Müvekkil, davalı- karşı davacının evliliğin son zamanlarında elinden telefonu düşürmediğini, kendisi uyuduktan sonra yanından ayrıldığını, telefonunu gizlediğini fark etmiş ve bu sebeple kimle konuştuğunu merak etmiş; neticede de davalı- karşı davacının kadınlarla flörtöz konuşmalarda bulunduğunu yakalamış ve ekran görüntülerini almıştır. Müvekkilin, davalı- karşı davacıya ait telefonu karıştırmasına sebep olan olaylar zinciri davalı- karşı davacı tarafından inşa edilmiştir. Davalı- karşı davacının normal insanda bile şüphe uyandırmaya sebep olan davranışlarının neticesinde müvekkilimiz davalı- karşı davacının telefonunu eline alma zorunluluğu hissetmiştir. Müvekkil tarafından yapılan incelemede müvekkilin haksız olmadığını göstermiştir. Müvekkilin, davalı- karşı davacının şüphe uyandıran davranışları sebebiyle haklı olarak telefonunu karıştırmış olması müvekkile kusur olarak izafe ettirilemez. Bu durum hukukla ve hakkaniyetle bağdaşmaz.

Müvekkil, hiçbir zaman misafirlerine ikramlıklar taze olmalı, ev kirli diyerek 30 gün sonrasına randevu vermemiştir. Türk toplum geleneklerinde de misafirlere randevu vermek gibi bir uygulama süregelmemiştir. Davalı- karşı davacının bu iddiası asılsız olduğu gibi geleneklere ve hayatın olağan akışına da aykırıdır.

Davalı- karşı davacı, müvekkilin bağ evinde yaşayan ailesine de gitmeyi hiçbir zaman istememiş; müvekkilin, annesi ve babası tarafından telefonla aranması ve bağ evine çağrılmasına ise davalı- karşı davacı, telefon kapandıktan sonra müvekkile;

"Ne gerek var?" diyerek yanıt vermiştir. Müvekkil, bu sebeple ailesini birçok kere hastalık, müşterek çocuğun dersleri, davalı- karşı davacının iş yoğunluğu gibi sebeplerle atlatmak durumunda kalmıştır. Davalı- karşı davacının iddia ettiği gibi bap evine giderek oralara çiçek ekme gibi olaylar hiç vuku bulmamış; bilakis, davalı- karşı davacı, müvekkilin kök ailesinin bağ evlerini, köy hayatına benzeterek aşağılamış; oraya gitmeyi istememiştir.

Müvekkil, hiçbir zaman müşterek çocuğu yemeği döktüğü ve yemediği sebebiyle azarlamamış; müşterek çocuğu masadan fırlatarak başını masanın ayağına çarpmasına sebebiyet vermemiştir. Müvekkil, aksine müşterek çocuğu, babasının evde yaratmış olduğu şiddet fırtınasından korumaya çalışmış; davalı- karşı davacının şiddet dozu git gide artan davranışları karşısında müvekkil, müşterek çocuğa nezaketin önemini daha fazla anlatır hale gelmiştir. Müvekkilin korkusu, müşterek çocuğun bir gün babasına benzeyebileceği yönünde olmuştur. SİR raporunda da zaten müşterek çocuğun tarafların her ikisini de sevmesine rağmen en çok müvekkille kalmayı tercih ettiğini belirttiği raporlanmıştır. Eğer davalı- karşı davacının iddia ettiği türde bir şiddet olayı vuku bulsaydı; müşterek çocuk kesinlikle müvekkille yaşamına devam edip de; davalı- karşı davacı ile yalnızca kişisel ilişki kurmakla yetinmezdi.

Müvekkil, annesini çok seven birisidir. Evlilik süresince müvekkil ve annesi sürekli iletişi halinde olmuşlar ve müvekkilimiz, yapmış olduğu lezzetli yemeklerin tarifini annesinden almıştır. İnsanlarla samimi, sevecen ve nazik ilişkiler içerisine girmesiyle tanınmış olan müvekkilimizin kendi annesine karşı böylesine saygısız tavırlar içerisinde bulunmuş olması kabul edilemez. Davalı- karşı davacı, müvekkilin kendi annesiyle olan iletişimini dahi kıskanmış; kendi ruhunda bulunmayan sevgi duygusunun müvekkilde tezahür etmiş olmasını hazmedememiştir.

Müvekkil, hiçbir zaman davalı- karşı davacının kendi ailesiyle görüşmesine karışmadığı gibi, davalı- karşı davacının ailesiyle görüşmesini dahi desteklemiştir. Müvekkilin, davalı- karşı davacının yoğun bakımda tedavi gören babasını aramaması gibi bir durum asla söz konusu olmamış; aksine müvekkil, davalı- karşı davacı aramadan önce "babanı arayalım" diyerek hatırlatmada bulunmuştur.

Müvekkil, ailesinden kimseyle küs değildir. Davalı- karşı davacının bu iddiası, müvekkilin herkesle küs olduğu, problemli bir kişilik yapısına sahip bulunduğu şeklindeki algıyı yaratmaya yönelik beyhude bir çabadan ibarettir. Müvekkilimizin ne kadar sağlıklı ilişkiler kurduğu hususu, tarafımızca Sayın Mahkemenizde dinletilecek olan tanıkların beyanları ile de doğrulanacaktır.

Yine davalı- karşı davacının haksız şekilde iddia etmiş olduğu, müvekkilin Alparslan, Köşk veya Gültepe Mahallelerinden ev almak istemesi, davalı- karşı davacının paralarının yetmemesi ve kredi de çekmek istemesi sebebiyle müvekkilin müşterek çocuğu da alarak evi terk etmesi hususu yalan bir beyandan ibarettir. Müvekkil, evlilik süreçleri boyunca davalı- karşı davacıdan herhangi bir ekonomik beklenti içerisine girmemiştir. Müvekkil, evlilik birliğinden kaynaklanan ortak ekonomik giderlere dahi tek başına katlanmış; evin yiyecek gibi basit giderleri dahi her daim müvekkilimin üzerine bırakılmıştır. Müvekkil, davalı- karşı davacıya eve alışveriş yapmasını istediğinde davalı- karşı davacı;

"Ben evde yemek yemiyorum ki zaten, sen al." diyerek karşılık vermiştir. Anılan koşullarda müvekkilin, davalı- karşı davacıdan daha lüks semtlerden ev almasını istemesi mümkün değildir. Zira müvekkil, davalı- karşı davacıya daha evin gıda alışverişine katılma davranışını dahi benimsetememiştir. Müvekkilin, davalı- karşı davacıdan lüks istekleri olduğu iddiası, tarafımızca kesinlikle kabul görmemektedir. Sayın Mahkemenizce itibar edilmemesini talep ederiz.

Müvekkil, kendisini hiçbir anlamda yetersiz hissetmemiştir. Müvekkilin yetersizliğine ilişkin durum müvekkil tarafından değil; bizzat davalı- karşı davacı tarafından yaratılmıştır. Şöyle ki;

Davalı- karşı davacı müvekkile, müşterek çocuğun yanında defalarca fiziksel şiddet uygulamış; müvekkilimin kadınlığına laf etmiş; müvekkile hakaret ederek onu aşağılamıştır. Dava dilekçesinde ileri sürmüş olduğumuz gibi davalı- karşı davacı müvekkile;

"Sen ne biçim kadınsın? Cahil, senden kadın olmaz. Zaten horlayan kadın mı olur?"

"Ananı avradını sikerim."

"Senin ne olduğun belli değil. Araştırmadan evlendim. Araştırsaydım altından neler çıkardı kim bilir. Annen ne ki sen ne olacaksın?"

"Sen zaten ne işe yararsın?"

"Oğlum sen takıntılı çocuk olma diye uğraşıyorum ama annen varken mümkün değil."

"temizlik hastası"

"Cahil"

Demiştir. Yukarıda utanarak belirtmiş olduğumuz bu hakaret dolu sözler, davalı- karşı davacı tarafından müvekkile evlilik birliği süreci içinde sarf edilen sözlerin çok küçük bir kısmıdır. Sayın Mahkemenizce görüldüğü üzere müvekkilim, davalı- karşı davacı tarafından cahil olmakla, kadın olmamakla, ne olduğu belli olmamakla, herhangi bir işe yaramamakla, takıntılı olmakla, temizlik hastası olmakla hatta ve hatta bir anne olarak müşterek çocuğa kötü örnek olmakla suçlanmıştır.

İşbu evlilik, müvekkilimizin mutlu olacağı, güzel bir aileye sahip olacağı yönündeki umutlarla adım attığı; ancak sonu hüsran olan ve mutsuzlukla süren bir işkenceye dönüşmüştür. Öyle ki müvekkilin aşağılanmamış ve yerin dibine sokulmamış ne kadınlığı, ne anneliği, ne insanlığı kalmıştır. Kendini yetersiz hisseden ve bu hisle davalı- karşı davacıya karşı alınganlık ve öfkeyle hareket eden kişi müvekkilim değildir. Müvekkilim, davalı- karşı davacının hakaretleri sebebiyle bizzat böyle hissettirilmeye çalışılmış; daha sonra ise kötü niyetli olarak işbu yargılamada kendini yetersiz hisseden ve duygunun etkisiyle evlilikte problem ve kriz çıkarmış bir kadın algısı, davalı- karşı davacı tarafından yaratılmaya çalışılmıştır. Sayın Mahkemenizce hem suçlu hem güçlü bu çirkin iddialara hukuk ve vicdan ölçüsünde itibar edilmemesini saygılarımızla talep ederiz.

Davalı- karşı davacı, kendi kök ailesinin özellikle de ablası Gönül'ün, tarafların evliliklerindeki krizi çözmek için defalarca arabuluculuk ettiğinden bahsetmiştir. Davalı- karşı davacının bu iddiaları da gerçeği yansıtmamaktadır. Müvekkil, davalı- davacının ailesine, evliliklerindeki problemlerinden bahsettiğinde, destek görememiş; bilakis onlar tarafından da eleştiri ve saldırılara maruz kalmıştır. Şöyle ki;

"O kıyafetle dışarı çıkma, bizim komşularımız böyle şeyleri kaldırmaz." davalının büyük ablası, sanki tarafların evliliklerindeki krizin sebebi davalı- karşı davacının davranışları değil de, müvekkilin giymiş olduğu kıyafetlermiş gibi sorunu en basite indirgemiş ve tabiri caizse müvekkili başından atmıştır.

Müvekkilin, davalı- karşı davacı tarafından iş yerinde beslenen tavukları kıskanması iddiası tarafımızı bir hayli güldürmüştür. Müvekkilimizin işbu evlilikteki problemleri tavuklara atılan küçücük yemlerden çok daha fazladır. Davalı- karşı davacının tavuk beslemesine gelene kadar müvekkilimizin sorun ettiği ve davalıda değiştirmeye çalıştığı birçok davranış olmuştur. Kendisini savunmaya yeter somut gerçeğe sahip olmayan davalı- karşı davacı, müvekkile nasıl kusur izafe ettireceğine adeta şaşırmış ve tarafımızı gülümseten işbu tavuk meselesini ortaya atmıştır. Evliliğinde dava dilekçesinde açıkladığımız sebeplere dayanan büyük problemler yaşayan müvekkilimizin birkaç tavuğu mesele haline getirmiş olmasının, akla ve mantığa ne kadar uyduğunun değerlendirmesini Sayın Mahkemenize bırakmaktayız.

Davalı- karşı davacı, müvekkilin kıyafetlerine karışmadığına yönelik olarak kendisini savunmuşsa da; yapmış olduğu savunmasında dahi müvekkile;

"Kolların ve pazıların biraz büyük olduğu için bence olmamış." şeklinde kaba bir sözle müvekkili incittiğini ikrar etmiştir. Müvekkilin giymiş olduğu baskılı beyaz atleti beğenmemeyi dile getirmenin yolu bu sözler olmamalıydı. Müvekkilin, davalı- karşı davacı tarafından beğenilmediğine ve sürekli olarak aşağılandığına ilişkin haklı iddiamız, davalı- karşı davacının ikrar etmiş olduğu bu eleştirisi ile dahi sabittir.

Davalı- karşı davacının, müşterek çocukla ilgilendiği ve balkonda aktivite yaptığı iddiası tamamen asılsızdır. Davalı- karşı davacı, işten eve geldiği geç saatlerde salonda dahi oturmayarak, bir elinde sigara diğer elinde ise telefonuyla balkona koşmuştur. Davalı- karşı davacı balkonda tek başına telefonuyla saatlerini harcamıştır. Zaten davalı- karşı davacının şüphe uyandıran ve müvekkili, telefonunu almasına iten davranışı, balkonda telefonu ve sigarasıyla birlikte müvekkile ve müşterek çocuğa ilgisiz davranması ile başlamıştır.

Müvekkil, defalarca kez davalı- karşı davacıdan, müşterek çocuğun kendisini sorduğunu ve özlediğini, bir baba olarak ilgilenmesi ve eve biraz daha erken gelmesi konusunda ricada bulunmuş ancak davalı- karşı davacı tüm bu ricalara;

"Çalışıyorum, işim var." şeklinde duygusuz yanıtlar vermiştir.müşterek çocuk müvekkile sık sık; "Anne, babam neden benimle oyun oynamıyor?" diye serzenişte bulunmuştur. Çocuğunun üzüldüğünü gören müvekkil ise, "Baban işten geldi, yorgun. Haftasonu oynarsınız." diyerek cevap vermek zorunda kalmıştır. Müvekkil, çocuğu ile davalının arasındaki ilişkiyi güçlendirmek amacıyla çocuğun ev ödevlerini yaptırması için davalıdan ricada bulunmuştur. Davalı ise çocuğun ödevlerine söylene söylene yardım etmiştir.

Tarafımızca dava dilekçesinde ileri sürülen iddialar, davalı- karşı davacı tarafından uydurularak tamamen aksi yönünde Sayın Mahkemenize iletilmektedir. Müşterek çocuk, davalı- karşı davacı ile tek başına gittiği alışverişlerden dahi mutsuz dönmüştür. Davalı- karşı davacı, tuttuğu Fenerbahçe futbol takımının kıyafetlerini giymek ve eşyalarını kullanmak konusunda müşterek çocuğa diktelerde bulunmuştur. Davalı- karşı davacı ile vakit geçirememek müşterek çocuk için nasıl ki bir mutsuzluk sebebi olmuşsa; davalı- karşı davacı ile vakit geçirme olanağı bulduğu zamanlarda ne yazık ki müşterek çocuk için işkenceye dönüşmüş ve neticede dilekçemizin yukarısında belirtmiş olduğumuz SİR raporunda belirtmiş olduğumuz netice meydana gelmiş ve müşterek çocuk, birlikte yaşamak için müvekkilimizi tercih etmiştir.

Davalı- karşı davacı, müşterek çocuğun kendisiyle birlikte işe gitmekten büyük keyif aldığını ifade etmiştir. Ancak davalı- karşı davacının kaçırdığı bir nokta vardır ki; müvekkilin, müşterek çocuğun davalı- karşı davacı ile işe gitmesine engel olmak istemesinin nedeni, müşterek çocuğun işe gittiği dönemlerde küfür etme alışkanlığı edinmesidir. Müşterek çocuğu yanında işe götüren davalı- karşı davacı işe dalmış; ancak müşterek çocuk orada bulunan ve yaşça büyük kişilerin yapmış oldukları küfürlü sohbetlerin içerisinde bulunmuş ve evde bu sözleri sarf etmeye başlamıştır. Müvekkilin;

"Aydost, sen bu küfürleri nereden öğrendin?" demesi üzerine müşterek çocuk;

"İş yerindeki abiler hep böyle konuşuyor." demiştir. Çocukla vakit geçirmek, çocuğu çanta gibi yanında taşıyarak götürmüş olduğu yerlere fırlatıp atmak değildir. Davalı- karşı davacı, müşterek çocukla vakit geçirdiğini, onu AVM'ye hatta çalışmış olduğu iş yerine götürdüğünü belirtmişse de, müşterek çocukla yine de gerektiği gibi ilgilenememiş; onu belden aşağı konuşmaların döndüğü küfürlü sohbet içeriklerine ihmali davranışıyla maruz bırakmıştır.

Davalı- karşı davacının, müşterek çocuğa yalnızca kendisinin ve abisinin giyecek kıyafet aldığı; buna karşılık müvekkilin ve ailesinin herhangi bir kıyafet alışverişinde bulunmadığı ve müvekkilin bu durumu kıskanarak müşterek çocuğa yalnızca bir kere olmak üzere kendi ablasından hediye gelen beyaz T-shirt'ü defalarca giydirdiği iddiası tamamen asılsızdır.

Müvekkil değil; müşterek çocuğa anneanne, dede, teyze ve dayısından gelen hediyeleri kıskanan ve türlü bahanelerle giydirmeyi reddeden davalı- karşı davacının bizzat kendisidir. Davalı- karşı davacı, bir yere gidileceği zaman ilk iş olarak müşterek çocuğun odasına gelerek müvekkile kızmak için bahane olsun diye müşterek çocuğun gardrop düzenini gözden geçirmiş; akabinde müşterek çocuğun giyeceği kıyafetleri kendisi seçmiştir. Bunun üzerine müşterek çocuk korkuyla da olsa duruma tepki göstermiş ve;

"Baba ama ben onu değil. Bunu giymek istiyorum." demiştir. Davalı- karşı davacının sinirlendiğini ve;

"Seni annen dolduruyor. Sen çocuksun, ne giyeceğine sen karar veremezsin, ben seçerim." dediğini duyan müvekkil ise;

"Tamam oğlum, bu seferde babanın dediği olsun." diyerek konuyu noktalamış ve kavganın önüne geçmiştir.

Davalı- karşı davacının müşterek çocuğa özgürce yetişebileceği bir ortam hazırladığı, ona tercih imkanı sunduğu şeklindeki iddiası tamamıyla gerçeğe aykırıdır.

Müvekkil, müşterek çocuğun bütün bakımına azami derecede önem göstermiştir. Öyle ki müvekkilin müşterek çocuğa uygulamış olduğu bakım, yemesi, içmesi, eğitimi, öğretimi yanında kurallara riayet eden iyi bir insan olmasını da içermiştir. Çocukların durumunun konuşulduğu veli toplantısında, müşterek çocuğun sınıf öğretmeni diğer velilerin içinde müvekkilimi tebrik ederek;

"Sizi tebrik ederim ve size teşekkür ederim. Aydost, derslerini çok seviyor, arkadaşlarıyla iyi geçiniyor ve kurallara uyuyor." demiştir. Müvekkilim, bu sebeple çok gururlanmış ve mutlu olmuştur. Kurallara uyan bir çocuğun, okul kıyafet yönetmeliğinde belirtilen kıyafetleri müvekkilin ihmalkar davranışı sebebi ile giyememiş ve akabinde hasta olmuş olması hayatın olağan akışına aykırıdır.

Davalı- karşı davacı dilekçesinde, müvekkilimin müşterek çocuğa Kral Şakirli olan t-shirt mü yoksa mavi olanı mı diye seçenek sunduğunu, müşterek çocuğun Kral Şakirli olanı seçmesi üzerine ise müvekkilin, "hayır, mavi olanı giyeceksin hem o daha uyumlu." dediğini, müşterek çocuğun Kral Şakirli olan t-shirt için diretmesi üzerine ise kavga kıyamet gürültü koptuğunu iddia etmiş; ve akabinde müvekkilimizin, kendisine ait tutum ve davranışları davalı- karşı davacıya izafe ettirdiğinden bahsetmiştir.

Davalı- karşı davacının izafe ettirme yönündeki iddiasını bilvekale kendisine iade ederiz. Müşterek çocuk, "Ama ben bunu değil; onu giymek istiyorum." cümlesini müvekkilime değil; davalı- karşı davacıya yöneltmek zorunda kalmıştır.

Müşterek çocuğun Fenerbahçe formalarına, 1. Sınıftaki arkadaşı Mustafa'dan gördüğü ve bu sebeple de formaya merak saldığı ve hatta amcasından forma istediği şeklindeki iddia tamamen gerçeğe aykırıdır. Davalı- karşı davacı, koyu Fenerbahçelidir. Öyle ki davalı- karşı davacı, baba- oğul olarak müşterek çocuğunda Fenerbahçe takımını tutmasını ve televizyonda Fenerbahçeye ait maçı izlerken Fenerbahçe konsepti ile giyinerek, Fenerbahçe kupaları ile içecek içerek maçı baba- oğul izleme hayali kurmuştur. Davalı- karşı davacının bu hayali müvekkilimiz tarafından olağan karşılanmışsa da müşterek çocuk, Fenerbahçe formalarından hoşlanmamış ve babasıyla gittiği alışverişlerde başka mağazalardan kıyafet alışverişinde bulunmayı istemiştir. Müşterek çocuğun kendi hayaline katılmadığını gören davalı- karşı davacı ise bu duruma öfkelenmiş ve müşterek çocuğu müvekkilin doldurduğunu iddia ederek bu sorunu da müvekkilin üzerine yıkmıştır. Müşterek çocuk ise babasıyla gittiği her alışverişten bu sebeple mutsuz dönmüş ve korkusundan odasına çekilerek sessizce ağlamıştır. Müşterek çocuğu sakinleştirme görevi ise müvekkile kalmıştır.

Davalı- karşı davacının müvekkile alınan kıyafetler konusunda müvekkili düşünmesi ve buna göre tavsiyelerde bulunmuş olduğu hususu kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır. Davalı- karşı davacı, müvekkili;

"Cahil." diyerek aşağılamış; müvekkilden utanmıştır. Davalı- karşı davacı, müvekkilin kilosunu sürekli olarak diline dolamış ve kilosuna uygun kıyafetler seçmediğini söyleyerek bu görevi kendi üzerine almıştır. Davalı- karşı davacının kendisinin de ikrar ettiği gibi davalı- karşı davacı müvekkile;

"Kolların ve pazıların biraz büyük olduğu için bence olmamış." demiş ve müvekkili kendi yaptığı seçimlere uyma zorunluluğu altında bırakmıştır. Özgüven eksikliğine sahip olan ve bu sebeple sürekli olarak üçüncü kişilerin onayına ihtiyaç duyan kişi müvekkilim değil; söylemleri ve imalarıyla müvekkilimin önce özgüvenini kıran akabinde ise kendi yaptığı tercihlere zorunlu bırakan, davalı- karşı davacının ta kendisidir.

Davalı- karşı davacı dilekçesinde, müvekkilin flörtöz konuşmalara ilişkin ileri sürmüş olduğu haklı iddiasını kanıta dayanmayan, asılsız ve çirkin bir iddia olarak nitelemiş ve müvekkilin bu iddiasını ispatlaması gerektiğini belirtmiştir. Tarafımızca davalı- karşı davacının yapmış olduğu konuşmaları içeren ekran görüntüsü Sayın Mahkemenize delil olarak sunulacaktır. Davalı- karşı davacı, tarafımızca sunulacak olan ekran görüntüsünden önce kendisini haklı göstermek amacıyla, telaşla Sayın Mahkemenize açıklama yapma gereği duymuş ve müvekkilin bilgisi olduğunu ve davalı- karşı davacının iş yerine yakın bir yerde çalışan Suna Hanım ile iş ilişkisi kapsamında konuştuğunu belirtmiştir. Davalı- karşı davacının tarafımız için ileri sürmüş olduğu gibi tarafımız da davalı- karşı davacıya, Suna Hanımın kim olduğu, hangi iş ilişkisi kapsamında konuştukları, aralarındaki iş ilişkisinin neyi içerdiği gibi konuları ispat yükünü hatırlatmaktadır.

Davalı- karşı davacı, ilerleyen iddialarında müvekkilin TikTok isimli sosyal medyayı kullandığını, kendi yeğeni olan Bedriye *********'e beyan ettiğini iddia etmiştir. Müvekkilin, davalı- karşı davacının yeğenine sanki çok önemli bir konuymuş gibi TikTok isimli uygulamayı kullandığını beyan etmesi, davalı- karşı davacının da; "abla dayım müsaade ediyorsa dayımın ne tür videolar izlediğine bakabiliriz. Çünkü uygulama bu şekilde video öneriyor." demiş olması hayatın olağan akışına tamamen aykırıdır. Davalı- karşı davacının bu iddialarına yeğeninin söylediğini iddia ettiği davalı- karşı davacının uydurmuş olduğu cümleyi de alet etmesinin tek sebebi, kendisinin hesap verebilirliğinin mevcut oluşunu anlatmaya çalışmasında yatmaktadır. Davalı- karşı davacı bu uydurma diyalogla, tarafımızca ekran görüntüleri sunulmadan önce gerekli açıklamayı yapmak ve korkacak bir şeyinin olmadığını Sayın Mahkemenize anlatmaya çalışmaktır.

Davalı- karşı davacı, müvekkille son dönemlerde yatağını yorganını ayırmış; bu davranışına kılıf olarak ise müşterek çocuğu göstermiştir. Müvekkil için müşterek çocuk hep çok kıymetli olmuş; müvekkil, müşterek çocuğu bir kez olsun herhangi bir konuda tehdit etmemiş; hele hele ki çocuğunu teşvik ettiği kitap okuma konusunda ise bunu asla yapmamıştır. Çocuğunun eğitimine ve ödevlerine bu denli önem veren müvekkilimizin, müşterek çocuğu kitaplarını yırtmakla tehdit etmesi asla düşünülemez.

Davalı- karşı davacı tarafından çok çirkin sözlerle bahsedilen ve müvekkil tarafından söylendiği iddia edilen;

"ALLAH SENİ BELA DİYE Mİ VERDİ? GEBERMEDİN Kİ KURTULAYIM, ÇOCUK YAPACAK NE VARDI? AYAĞIM ALTINA ALIR BÖCEK GİBİ EZERİM SENİ, SENİN YÜZÜNDEN ÖZEL HAYATIM OLMAYACAK MI?" Şeklindeki sözler tarafımızca tamamen reddedilmekle beraber; davalı- karşı davacı hakkında hakaret suçundan suç duyurusunda bulunma hakkımızı saklı tutarız. Bir annenin, hele hele de müvekkilimiz gibi, çocuğunu davalı- karşı davacının öfke nöbetlerinden korumak ve babası gibi olmasını önlemek için çırpınan bir annenin, çocuğunun ölmesini istemesi kadar çirkin bir iddianın ortaya atılmış olması tarafımızı öfkelendirmiş ve vicdani olarak yaralamıştır.

Müvekkilimin iş dışındaki tüm özel hayatı, müşterek çocuğa vakfedilmiştir. Müvekkil, severek, isteyerek ve içinden gelerek çocuğuna yemekler hazırlamış; onu okula uğurlamış ve o eve gelmeden sofrayı kurarak hazır bulunmuştur.

Davalı- karşı davacı ilerleyen iddialarında müvekkilim ile müşterek çocuğun kavga ettiklerini ve bu kavga esnasında korkarak kaçan müşterek çocuğun ayağının kayması sonucu düştüğünü ve kaşını yardığını, Erciyes Üniversitesinde kendisine dikiş atıldığını beyan etmiştir. Sayın Mahkemenize sormak istediğimiz husus ise şudur;

Madem ki müvekkil, iyi bir eş olamamanın yanında iyi bir anne de olamamıştır, öyleyse Sayın Mahkemenizin talebi üzerine hazırlanan ve müşterek çocukla yapılan görüşmenin yer aldığı SİR raporunda;

Müşterek çocuk Aydost ******** ile yapılan bireysel görüşmede;

Çocuğun İstek ve Duyguları:

 Müşterek çocuk, 8 yaşında olduğunu, Mustafa Yazar İlkokulu 2.sınıf

öğrencisi olduğunu, derslerinin iyi olduğunu, matematik dersini çok sevdiğini, ileride pilot olmak

istediğini, öğretmeni ve arkadaşları ile de ilişkilerinin iyi olduğunu, boş vakitlerinde oyun oynadığını,

arkadaşlarının Emirhan, Mustafa, Mehmet olduğunu, boş vakitlerinde yüzmeye gittiğini, şu anda annesi,

anneannesi, dayısı, yengesi ve kuzeni ile yaşadığını, evdeki herkesin kendisine iyi davrandığını, evde

kendine ait odası ve yeterli eşyası olduğunu, annesi ile beraber yemek ve temizlik yaptıklarını, annesinin

kendisine makarna, patates, yaprak sarma yaptığını, önceden okula bazen annesi bazen babasının

götürdüğünü, evde hiç yalnız kalmadığını, en çok annesinin evde olduğunu, annesine karşı iyi

hissettiğini, annesinin iyi davrandığını, onunla beraber oyun oynadıklarını, dışarıda gezdiklerini, yemek

yediklerini, annesinin kendisine kızmayıp vurmadığını, babası ile en son iki gün önce görüştüklerini, bu

görüşmenin çok iyi geçtiğini, babası ile birlikte gezip, yemek yeyip oyun oynadıklarını, beraber ödev

yaptıklarını, babasının kendisine kızmayıp vurmadığını, anne ve babasının ayrılmalarını pek de

istemediğini, ayrılmaları halinde en çok annesi ile yaşamak istediğini, onunla yaşamaktan mutlu

olduğunu, babası ile de yatılı olarak görüşmek istediğini ifade etmiştir.

Şeklindeki ifadeler yer almıştır? müşterek çocuk, açık yüreklilik ve samimiyetle, müvekkilin kendisine iyi davrandığını, bu sebeple de müvekkili sevdiğini; annesi ile babasının ayrılmasını istemediğini ancak ayrılırsa da annesinin, kendisi için tercih sebebi olduğunu belirtmiştir. Davalı- karşı davacının müvekkille müşterek çocuk arasındaki ilişki hakkındaki iddialarının haksızlığı ilgili raporla da kanıtlanmış bulunmaktadır. SİR raporunu hem Sayın Mahkemenize hem de davalı- karşı davacıya tekrar hatırlatmayı görev biliriz.

Davalı- karşı davacı, müşterek çocuk yönünden müvekkile karşı ileri sürmüş olduğu haksız iddialarını, müvekkilin kök ailesine de yöneltmiş; müvekkilin annesinin, müşterek çocuğu odaya kilitlediğini, ona menemen vermediğini, müşterek çocuğu, "akrep var, yılan sokar, polis gelir, köpek var." diyerek sürekli korkuttuğunu ifade etmiştir. Ancak yine SİR raporunda müşterek çocuğun bizzat kendi sözleriyle ifade etmiş olduğu gibi, müşterek çocuk hali hazırda müvekkil ve müvekkilin ailesi ile birlikte yaşamaktadır. Müşterek çocuk, evdeki herkesin kendisine iyi davrandığını, kendisine ait oda ve yeterli düzeyde eşya tahsis edildiğini açıkça ifade etmiştir. Bu durumda Sayın Mahkemenizce de görüleceği üzere davalı- karşı davacının iddiaları son derece basit ve samimiyetsizdir.

Evlenmeden önce, tarafların tanışma süreçlerinde müvekkilin ve ailesinin davalı- karşı davacıyı araştırmaları ve bu araştırmayı komşulara ve özellikle davalı- karşı davacının babasının binasındaki kapıcının eşine dahi soracak kadar genişletmeleri mümkün değildir. Zira taraflar zaten görücü usulü olarak tanışmışlar; birilerinin tarafları birbirlerine önermeleri üzerine yan yana gelmişlerdir. Taraflar önce kendileri tanışıp da daha sonra birbirlerinin doğru insan olup olmadıkları konusunda üçüncü, dördüncü hatta beşinci kişilerin görüşlerini almak üzere araştırmalara girişmiş değillerdir.

Ancak davalı- karşı davacının bu türden adetleri olacak ki; davalı- karşı davacı, evlilik süreçleri boyunca yaşanan her problemin akabinde müvekkile sürekli olarak;

"Senin ne olduğun belli değil. Araştırmadan evlendim. Araştırsaydım altından neler çıkardı kim bilir. Annen ne ki sen ne olacaksın?" demiştir. Görüldüğü üzere davalı- karşı davacı, kendisine ait bulunan tüm kusur ve davranışları sanki müvekkile aitmiş gibi müvekkile izafe ettirmeye çalışmaktadır.

Davalı- karşı davacı, müvekkile cahil demediğini, yalnızca onu yanlış olduğu konularda bir eş olarak uyardığını ve düzelttiğini, müvekkilin ise özgüvensiz ve alıngan kişilik yapısına sahip bir birey olmasından ötürü davalı- karşı davacıyı yanlış anladığını, kendisine cahil denildiğini zannettiğini ifade etmiştir.

Davalı- davacı her ne kadar müvekkilin özgüvensiz ve alıngan kişilik yapısına sahip olduğundan ötürü ileri sürmüş olduğu kırıcı ve müvekkili sürekli aşağıladığını belirttiğimiz haklı iddialarımızı sübuta erdirecek türde ikrarlarda bulunsa da müvekkil; kendisine sarf edilen kelimeleri duyacak kadar işlevsel işitme duygusuna sahiptir. Davalı- karşı davacı, müvekkilin yanlış olduğunu düşündüğü hususları kendince düzeltirken bunu "CAHİL" kelimesini sarf ederek yapmıştır. Ortalama zekaya sahip, makul ve mantıklı bir insan olarak müvekkilimiz, davalı- karşı davacı tarafından kendisine bizzat "Cahil" kelimesinin sarf edildiğini duymuş; ve duymuş olduğu kelimenin anlamını pek fazla düşünmeye ve üzerinde kafa yormaya gerek duymadan anlamıştır. Davalı- karşı davacının söz konusu savunması yalnızca Sayın Mahkemeniz nezdinde kendisini haklı çıkarma şeklindeki beyhude bir çabadan ibaret olarak kalmıştır.

Davalı- karşı davacı, ilerileyen beyanlarında, müvekkilin yırtmak üzere müşterek çocuğa ait kitabı elinde tuttuğunu, müşterek çocuğun da kitabı bırakmayarak kitapla birlikte havalandığını fakat gücü yetmeyerek yere düşüp, kafasını TV ünitesine çarptığını ve kafasının kanadığını, bunun üzerine tarafların Erciyes Kartal Hastanesine başvurduklarını, hastanede müşterek çocuğun şiddete uğramış olma ihtimalinin araştırıldığını, fakat müvekkilin davalı- karşı davacıya; "Recai ne olur kimseye söyleme." dediğini ve bunun üzerine davalı- karşı davacının sessiz kalarak; "oyun oynarken düştü kafasını çarptı." dediğini beyan etmiştir.

Davalı- karşı davacı, her iddiasında olduğu gibi bu iddiasında da tamamen haksız bulunmaktadır. Zaten tarafımızca defaatle ileri sürülen ve durumu özetleyen SİR raporu, tarafımızın haklılığını; buna karşılık olarak ise davalı- karşı davacının yalan beyanlarını en net şekilde ispatlamaktadır. Davalı- davacı, öfkeli bir kişilik yapısına sahiptir. Davalı - karşı davacı, defalarca kez müşterek çocuğun önünde müvekkile şiddet uygulamış; sürekli olarak ve ezberlemiş gibi tekrar ettiği müvekkilin müşterek çocuğun kafasını yaralama olayını ne yazık ki davalı- karşı davacı bizzat kendisi müvekkile yaşatmıştır. Davalı- karşı davacı, müvekkille yaşamış olduğu problemlerde sakin kalmaya çalıştığı zamanlarda ise müvekkile vurmak yerine en azından;

"Ananı avradını sikerim." demeyi tercih etmiştir. Davalı- karşı davacının sakinliği bu ise, öfkeli hallerinde sergilediği davranışların ne denli yıkıcı ölçüde bulunduğunun değerlendirmesini Sayın Mahkemenizin takdirine bırakmaktayız.

Davalı- karşı davacı, her ne kadar kahvaltı yapan birisi olmadığını iddia etmişse de; müvekkil kahvaltı hazırlamadığı zamanlarda müvekkile;

"Bu evde neden kahvaltı hazırlanmıyor?" diyerek kavga çıkarmıştır. Müvekkil, müşterek çocuğa ve kendisine her daim kahvaltı hazırlamasına rağmen bu sefer de müşterek çocuk, davalı- karşı davacıyı örnek alarak;

"Babam kalkmıyorsa ben de kahvaltı yapmayacağım." demeye başlamıştır. Basit bir kahvaltı yapma eyleminin dahi büyük krizlere yol açtığı evde ne yapacağını şaşıran müvekkil ise davalı- karşı davacıya sofraya gelmesini, müşterek çocuğun kendisi olmadan kahvaltı etmediğini belirterek ricada bulunduğu halde ne yazık ki davalı- karşı davacı inadını kırmamıştır. Müvekkil hiçbir zaman müşterek çocuğunu ve eşini bırakarak kardeşi ile iş yerinde kahvaltı etmemiştir. Zaten böylesinde bir durum, yoğun iş temposuna sahip müvekkilimiz için mümkün değildir. Zira müvekkil, iş yerine adım attığı andan itibaren yoğun telefon trafikleri, çeşitli raporlamalar, arazi keşifleri gibi çalışmalarla karşı karşıya kalmaktadır.

Davalı- karşı davacı, evlilikleri boyunca ütüyü dert etmediğini, hep kendisinin yaptığını iddia etmiştir ki bu iddiasında da son derece haksızdır. Şöyle ki davalı- karşı davacı;

Ütümü kendim yapmak istiyorum." dediği halde müvekkil tarafından kıyafetleri ütülenmediği zaman ise "Sen zaten ne işe yararsın?" diyerek kavga çıkarmıştır. Sayın Mahkemenizce de görüleceği üzere müvekkil, kahvaltı hazırlasa ve ütü yapsa ayrı dert; yapmasa ayrı bir dert olmuştur. Müvekkil, kendi isteği ile eşinin ve müşterek çocuğun kıyafetlerini müzik eşliğinde keyifle ütülemiş; ancak kıyafetlerde çift çizgi çıktığı şeklindeki bahane ile davalı- karşı davacı tarafından azarlanmıştır.

Yine müvekkil, davalı- karşı davacının iddia ettiği şekilde hiçbir zaman kendi anne ve babasına evlilikteki problemlerini anlatmamış; hele hele ki yatak odasında;

"Sen kadın mısın? Zaten horlayan kadın mı olur?" şeklindeki davalı- karşı davacıya ait içerisinde tarafların en özel anlarına ilişkin unsurları barındıran problemlerinden ailesine bahsetmeyi müvekkil haya edinerek anlatmaktan çekinmiştir.

Müvekkil, müşterek çocuğa en özenli şekilde beslenmesini hazırlayarak okula göndermiştir. Öyle ki müşterek çocuk okuldan, müvekkilimin hazırladığı beslenmelerin içeriği ve doyuruculuğu sebebiyle çoğunlukla tok gelmiş ve akşam yemek yemekte zorlanmıştır. Müvekkil, müşterek çocuğa, seveceğini düşünerek bir kereliğine marketten son kullanma tarihine bakarak ve iyi bir markaya ait olan et döneri almış; ancak ilk defa aldığı için etin soğuyacağı ve yağının donacağı ve bu sebeple de müşterek çocuğun sevmeyeceğini insanlık hali olarak düşünememiştir. Zaten beslenme yemediğini ve aç olduğunu belirten müşterek çocuğun açıklamaları sonrasında da müvekkil, bir daha hazır et döner almamıştır. Sadece bir kereliğine gerçekleşen bu olayın, hep süregeliyormuş gibi anlatılması, müvekkilimiz hakkında sorumsuz ve kötü bir anne olarak Sayın Mahkemenizde kötü bir intiba bırakmaya yönelik kötü niyetli bir çabadan ibarettir.

Müvekkil, iş hayatında belirli bir noktaya gelmiş ve tam zamanında evlilik hayatına adım atmış birisidir. Yine müvekkil, üniversite gibi gençlik zamanlarını son derece sosyal ve arkadaş çevresi ile gezerek zaten tamamlamıştır. Müvekkil, evliliğini artık çocuk sahibi olmak, sorumluluk üstlenmek için gerçekleştirmiştir. Davalı- karşı davacının da ileri sürdüğü gibi müvekkil, müşterek çocuk iki yaşına girince menapoz dönemi geçirmeye başlamıştır. Bu sebeple de müvekkilin, çocuk sahibi olmaktan pişmanlık yaşaması, hala gezmede aklının kalmış olması hayatın olağan akışına uygun değildir. Müvekkil, çocuğunun edepli, ahlaklı bir birey olmasına son derece önem göstermiş bir annedir. Müvekkilin, davalı- karşı davacıyı salon, mutfak gibi yerlerde cinsel ilişki için tahrik etmesi asla düşünülemez. Davalı- karşı davacı, kendisine ait bu davranışları adeta bir top gibi sektirerek müvekkilin üzerine atmıştır. Yine müvekkilim, davalı- karşı davacıyı, cinsel birliktelik yaşamak üzere müvekkile yakın davrandığı zamanlarda asla reddetmemiştir. Ancak davalı- karşı davacı, evliliklerinin son yıllarında müvekkilin kadınlığını beğenmemiş, müvekkili horlaması sebebiyle "Horlayan kadın mı olur?" diyerek aşağılamış ve müvekkilden gitgide uzaklaşmıştır. Tarafların arasında 6 ay kadar uzun bir süreçte cinsel birliktelik yaşanmasının nedeni ne müvekkilin sağlık problemleri ne de tavır ve davranışlarıdır. Bunun sebebi, müvekkille cinsel birliktelik yaşamamak adına davalı- karşı davacı tarafından çıkarılan kavgalardır.

Davalı- karşı davacı, ilerleyen iddialarında, müvekkilin su damlası, tüy ve kıl takıntısı olduğundan bahsetmiş; müşterek çocuğun ve kendisinin sürekli olarak ellerinde havlularla gezdiklerini beyan etmiştir. Öyle ki müşterek çocuğun meyve suyu veya süt döktüğünde müvekkilin müşterek çocuğa; "Sen başıma bela mısın?" dediğini beyan etmiştir. Ancak Sayın Mahkemenizce dikkat edilecek olursa; davalı- karşı davacı, müşterek çocuğun süt içmeyi sevmediğini ve müvekkilin ona bu sebeple kızdığını, ancak kendisinin oyunlar yoluyla okula gitmeden önce müşterek çocuğu süt içmeye ikna ettiğini belirtmişti. Davalı- karşı davacının ikna faaliyetleri neticesinde süt içen müşterek çocuğun, müvekkilin sahip olduğu iddia edilen takıntılara gelince elinde sütle dolaşması ve müvekkilin de "sen başıma bela mısın?" şeklinde veryansın etmesi tarafımızı düşündürmektedir. Sayın Mahkemenizce de görüleceği üzere davalı- karşı davacı işine geldiği zaman iddialarını desteklemek üzere tutarsız beyanlarda bulunmaktan çekinmemektedir.

Davalı- karşı davacı, müvekkilin ekonomik giderlere katılmadığını, bu sebeple de çok çalışmak zorunda kaldığını, müvekkilin davalı- karşı davacının yoğun olduğu zamanlarda tatile gitmek istediğini; ancak davalı- karşı davacının yoğunluk sebebiyle bu teklifleri reddettiğini ancak müvekkilin, uzun yolda araba kullanamaması ve müşterek çocuğun da hevesli olması sebebiyle davalı- karşı davacının zor duruma girerek tatil teklifine evet dediğini beyan etmiştir.

Ancak davalı- karşı davacının bu iddiası da yerinde değildir. Zira, eve geç geldiğinden ve yemek yeme fırsatı olmadığı için gıda alışverişini;

"Sen al, ben zaten evde yemek yemiyorum ki." diyerek geçiştiren davalı- karşı davacı, yine iş yoğunluğunu bahane göstererek, tatil giderlerinden de kaçınmış; kendisi yemek yemese ve tatile gitme ihtiyacı duymasa bile eşinin ve çocuğun bu türden ihtiyaçlara sahip olabileceğini, bencil yaklaşımı sebebiyle göz ardı etmiştir. Evde yemek yemeyi tercih etmeyen davalı- karşı davacı sebebiyle nasıl ki evin gıda ihtiyaçları tek taraflı olarak müvekkilim tarafından karşılanmış ise, tatile gitmek istemeyen davalı- karşı davacı sebebiyle de tatil giderleri yine müvekkilim tarafından karşılanmıştır.

Davalı- karşı davacı ilerleyen beyanlarının devamında, davalı- karşı davacının kök ailesinin özellikle de abisi Ali Rıza ******** ile babası Hasan Sami *********'ın gerek davalı- karşı davacı ile gerekse de müvekkile maddi yardımlarda bulunduğunu, özellikle müvekkile nakdi yardımlarda bulunduğunu iddia etmiştir.

Müvekkil, evlilik birliğinden kaynaklanan ekonomik giderlere davalı- karşı davacıdan dahi yardım almadan kendisi tek başına tüm giderlere katlanmışken; müvekkilimizin davalı- karşı davacının kök ailesinden herhangi bir şekilde maddi yardım aldığı iddiası tarafımızca kesinlikle kabul edilmemektedir. Davalı- karşı davacı, kendisinin ekonomik olarak sıkışık olduğu dönemde, abisi Ali Rıza ********'ın, kendisine müşterek çocuğun giderleri için 5 bin Euro para verdiğini iddia etmiştir. Davalı- karşı davacı bu iddiasında da haksız olduğu gibi; davalı- karşı davacının söz konusu iddiası hayatın olağan akışına göre de oldukça abartılıdır. Şöyle ki;

Müşterek çocuk Mustafa Yazar İlkokuluna gitmektedir. Mustafa Yazar ilkokulu, bir devlet okuludur ve müşterek çocuğun eğitim, bakım, yeme- içme giderleri, davalı- karşı davacının abisinin 5 bin Euro gibi yüksek bir meblağ göndermesini gerekli kılacak ölçüde değildir. Davalı- karşı davacı, işbu iddiasını yalnızca müvekkili çürütmek ve müvekkilimizin ekonomik giderlere hiç katılmadığını beyan etmek üzere ortaya atılmış asılsız ve mesnetsiz bir iddiadan ibaret kalmaktadır. Davalı- karşı davacı, abisi tarafından gönderilen 5 bin Euro'yu hiç görmediğini iddia etmiş; zımni olarak bu parayı müvekkilimizin aldığını ve bu paranın müvekkilimiz tarafından kullanıldığını iddia etmiştir ki; davalı- karşı davacının açık veya zımni şekilde ileri sürmüş olduğu iddiaları kesinlikle kabul etmemekteyiz.

Davalı- karşı davacı ilerleyen beyanlarında, müvekkilin erkek kardeşi Osman ********'in düğününde gelin arabasını süslediğini, gelin çiçeği aldığını, 2 adet de bilezik taktığını, müvekkilin ailesine maddi yardımlarını esirgemediğini belirtmiştir. Sayın Mahkemenizin de takdirinde olacağı üzere evlendikten sonra eşlerin, bir aile olarak birbirlerinin kardeşlerinin düğün törenlerinde bu törenlere gelen her normal misafir gibi altın takmış olması, birbirlerinin ailelerine maddi destekte bulundukları anlamına gelmemektedir. Davalı- karşı davacının, müvekkilin erkek kardeşinin düğünüme giderek 2 adet bilezik taktığını sanki çok matah bir davranışta bulunmuş gibi Sayın Mahkemenize ibraz etmiş olmasına tarafımızca anlam verilememiştir. Davalı- karşı davacı, müvekkilin erkek kardeşinin düğünü

Nüne katılmış, düğüne gelen her misafirin olduğu gibi, davalı- karşı davacı da görevini yerine getirerek hediyesini vermiştir. Bu durumun müvekkilin ailesine davalı- karşı davacı tarafından maddi yardımın esirgenmemesi gibi büyük bir olayın içerisine sokularak Sayın Mahkemenize yansıtılması tarafımızca kabul edilmemektedir. Zira davalı- karşı davacı bu iddiaları ile, Sayın Mahkemeniz üzerinde, müvekkilin evlilikte herhangi bir ekonomik gidere katılmadığı, giderlerin sadece kendisi ile kök ailesi tarafından karşılandığı yönünde bir algı oluşturmaya çalışmaktadır. Bu sebeple, Sayın Mahkemenizce davalı- karşı davacının iddialarına itibar edilmemesini talep ederiz.

Müvekkilin aldığı arabanın kasko ve sigorta bedellerinin davalı- karşı davacı tarafından ödendiği iddiası da gerçeği yansıtmamaktadır. Müvekkil, kendisine ait bulunan aracın tüm gider ve masraflarına kendisi katlanmış olup; bu konuda davalı- karşı davacıdan herhangi bir destek görmemiştir. Yine müvekkilin, davalı- karşı davacının aracını alarak eskittikleri ve bu sebeple de erkek kardeşi Osman *******'den araba talep ettiği ancak Osman *********'in bunu kabul etmemesi üzerine müvekkilimizin, erkek kardeşine "yüzsüz" diye hitap ettiği iddiası da gerçeği yansıtmamaktadır. Zira müvekkil, davalı- karşı davacıya ait bulunan aracı iş yerinde ve arazide kullanmamış olup; zaten davalı- karşı davacının Seat İbiza marka ve otomobil cinsi aracı arazi kullanımına uygun değildir. Neticede de müvekkilin, davalı- karşı davacıya ait aracı arazi şartlarında kullanarak eskitmiş olduğu iddiasını kesinlikle kabul etmemekteyiz. Müvekkille erkek kardeşi arasında da davalı- karşı davacının ileri sürdüğü tarzda bir diyalog asla meydana gelmemiştir.

Davalı- karşı davacı, müvekkilin Polo marka aracı satın almasından sonra, kendisine ait bulunan Seat İbiza marka araçta eskime meydana geldiğini, bu aracı sanayiye götürüp bakımını yaptırdığını ve aracın bakım ve tamir giderlerine yalnızca kendisinin katlandığını iddia etmiştir. Davalı- karşı davacının aracında meydana gelen bakım ihtiyaçları, trafik içinde günlük olağan kullanımdan kaynaklanmakta olup; araçta meydana gelen eskime ve yıpranma, müvekkilimizden kaynaklanmamaktadır. Bu sebeple de müvekkilimizin, davalı- karşı davacının aracında meydana gelen bakım giderlerine katlanma zorunluluğu bulunmamaktadır.

Yine, davalı- karşı davacı tarafından ileri sürülen, müvekkilimizin fatura giderlerine katılmadığı, en azından kartından ödeme talimatı vermediği iddiaları gerçeği yansıtmamaktadır. Nitekim, mutfak masraflarına, müşterek çocuğun beslenmesi, giderleri, müvekkilin kendisine ait bulunan giyim, yol ve iş yerinden kaynaklanan tüm giderlere müvekkilimiz tek başına katlandığından ötürü müvekkilimiz, davalı- karşı davacının da en azından evin fatura giderlerine katlanmasını beklemiştir. Ancak davalı- karşı davacı, oturulan konutun kendisine ait bulunmasını ve bu sebeple de tarafların herhangi bir kira gideri olmamasını fırsat bilerek, tüm giderleri müvekkilimizin üzerine yıkmıştır.

Davalı- karşı davacı, kendisinin mobilya mağazası olduğunu, kendi kök ailesinin maddi destekte bulunduğunu, ancak müvekkilin kök ailesinin taraflara herhangi bir maddi destekte bulunmadığı gibi, müvekkilin annesinin köşe takımını İstikbal isimli mağazadan, müvekkilin erkek kardeşininse Doğtaş isimli mağazadan alışveriş yaptıklarını, yani kendi mobilya dükkanını tercih etmediklerini beyan etmiştir.

Sayın Mahkemenizce de bilindiği üzere mağazaların tümünde satılan koltuk takımı, yatak odası gibi türden tüm eşyalar, kendisinden beklenen kullanım amacını karşılasalar da, her marka ve mağazanın çizgisi farklıdır ve satın alanların beğeni ve tercihlerine hitap etmeyebilir. Müvekkilin erkek kardeşi evlendiğinden ötürü, evi dişi kuş yapar misali, ev eşyalarının alınması konusundaki tercihleri eşine bırakmış; müvekkilin erkek kardeşinin eşi de Doğtaş isimli mağazada satılan eşyaları beğendiğinden ötürü taraflar bu mağazadan alışveriş yapmayı tercih etmişlerdir. Dünya evine giren ve bu aşamada eşinin mutluluğunu öncelik olarak sayan müvekkilin erkek kardeşi için bu aşamada önemli olan elbette ki davalı- karşı davacının ticari kaygıları değildir. Keza müvekkilin annesi de, İstikbal'de köşe takımı görmüş ve beğenmiş, ayırca da davalı- karşı davacıdan iyi niyetli olarak alışveriş yapmak istememiştir. Şöyle ki; müvekkilin annesi, davalı- karşı davacının, mobilya satarken kendisinden para almayacağını düşünmüş, bu sebeple de davalı- karşı davacının zarara uğramasından çekindiğinden, kendisinden alışveriş yapmayı bu sebeple tercih etmemiştir. Ancak davalı- karşı davacı, özgüvensiz ve alıngan bir kişilik yapısına sahip olduğundan ötürü, müvekkilin ailesinin iyi niyetli davranışlarını yanlış anlamış ve her şeyi haksız yere kendi üzerine alınmıştır.

Davalı- karşı davacı, müvekkilin, kendi çalışmış olduğu Aydost mobilya mağazasına hiçbir şekilde uğramadığını, eğer müvekkilimiz uğramış olsaydı memnuniyet duyacağını ifade etmiştir. Ancak daha önce belirtmiş olduğumuz üzere müvekkil, davalının iş yerine evlilikleri süresince yalnızca bir veya iki kez gitmiştir. Davalı, müvekkilin iş yerine gelmesini istememiştir. Bahane olarak ise müvekkile; "Burası sanayi ortamı. Burada herkes sana bakar." demiştir. Arabanın klimasında sıkıntı yaşandığında müvekkil sanayiye yaptırmaya götürmüştür. Davalı ise müvekkile arabayı sanayiye kendisinin götürebileceği yönünde teklifte dahi bulunmamış; müvekkilin arabayı sanayiye götürmesini problem etmemiştir. Müvekkil ise bu duruma çok şaşırmıştır. Sayın Mahkemenizce de görüldüğü üzere davalı, müvekkilden utanmaktadır. Davalının istemediği şey sanayidekilerin müvekkili görmesi değil; iş arkadaşlarının müvekkili görmesidir. Zira davalı, müvekkile sık sık "Cahil" demiş; müvekkili aşağılamış ve iş arkadaşlarının müvekkili görmesinden utanmıştır.

Davalı- karşı davacı tarafından ileri sürülen ve müvekkilin, davalı- karşı davacı üzerine kayıtlı olan Seat İbiza marka aracı sanayiye tamire bir kez olsun dahi götürmediği iddiası gerçeği yansıtmamaktadır. Evlilikteki her ekonomik gidere kendisi katlanan müvekkilin, aracın bakım ve onarımını yaptırmaktan imtina etmesi, hayatın olağan akışına ve somut, maddi gerçeğe tamamen aykırıdır.

Davalı- karşı davacının da belirtmiş olduğu gibi, lisans mezunu olan ve halihazırda jeoloji mühendisi olarak görev yapan müvekkilimizin, cahil, özgüvensiz ve alıngan bir kişilik yapısına sahip bulunması mümkün değildir. Buna mukabil, müvekkilimizin lisans mezunu olmasını ve kendi ayakları üzerinde durmasını hazmedemeyen davalı- karşı davacı, müvekkilimize sık sık "CAHİL" diyerek aradaki farkı kendince kapatmaya çalışmış; müvekkilimizin "cahil" kelimesine haklı olarak içerlemesi üzerine ise davalı- karşı davacı, müvekkilimize özgüvensiz ve alıngan yaftasını vurmuştur.

Davalı- karşı davacı, vermiş olduğu cevap dilekçesinde her ne kadar müşterek çocuğun, işbu devam eden boşanma yargılaması sürecinde geçici velayetinin, boşanma hükmünün kesinleşmesi ile beraberse kalıcı velayetinin kendisi üzerine bırakılmasını talep etmiştir. Ancak Sayın Mahkemenizce de görüleceği üzere, sosyal inceleme görevlisinin müşterek çocukla yapmış olduğu görüşmeler sırasında müşterek çocuk; annesi ile babasının ayrılmalarını istemediğini, ancak böyle bir ayrılık olursa da annesiyle yaşamayı tercih ettiğini açıkça belirtmiştir. Müşterek çocuğun istekleri, yaşı sebebiyle anneye olan ihtiyacı ve anneye duyduğu sevgi göz önüne alınarak, yani müşterek çocuğun üstün menfaatleri göz önünde bulundurularak Sayın Mahkemenizden, davalı- karşı davacının velayete ilişkin tüm taleplerinin reddedilmesini ve işbu devam eden yargılama süreci boyunca geçici velayetin; boşanma hükmünün kesinleşmesi ile beraberse kalıcı velayetin müvekkil üzerine bırakılmasını saygıyla talep ederiz.

Davalı- karşı davacı, tarafların evliliğinin işbu noktaya gelmesinde müvekkilimizin tam ve ağır kusurlu olduğunu, bu sebeple tarafımızca açılan davada hukuki yararın bulunmadığından ötürü dava dilekçesinde ileri sürmüş olduğumuz tüm taleplerin reddinin gerektiğini; davalı- karşı davacı lehine ise maddi ve manevi tazminat taleplerine hükmedilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

İşbu boşanma davasının açılmasına davalı- karşı davacı tam ve ağır kusurlu bulunmaktadır. Davalı- karşı davacının tam ve ağır kusurlu bulunduğu, Sayın Mahkemenizce yapılacak olan yargılama neticesinde de ispatlanacak olduğundan; öncelikle tarafımızca açılmasında son derece hukuki yarar bulunan davamızın ve işbu davada ileri sürmüş olduğumuz tüm taleplerin kabul edilmesini, buna mukabil davalı- karşı davacı tarafından açılan karşı davanın reddini ve bu karşı davada, davalı- karşı davacı tarafından ileri sürülmüş olan tüm taleplerin reddini talep ederiz.

Davalı- karşı davacı, dava dilekçemizde tarafımızca ileri sürülen ziynet taleplerin Sayın Mahkemeniz tarafından reddedilmesini talep etmiş; söz konusu talebini ise tarafımızın hiçbir açıklamaya yer vermemesine ve delil göstermemesine dayandırmıştır ki; davalı- karşı davacı iddiasında haksızdır. Şöyle ki; dava dilekçesinde ileri sürmüş olduğumuz gibi tarafımızca, belirtilen ziynet eşyalarının müvekkile ait olduğunu gösterir nitelikteki düğün fotoğraf ve video kayıtlarını içerir CD/ flash bellek Sayın Mahkemenize sunulacaktır. Sunulan CD ve flash bellek görüntüleri Sayın Mahkemenizce incelendiğinde, düğünde takılan takı ve ziynet eşyalarının müvekkile ait bulunduğu sarih olarak görülecektir.

Davalı- karşı davacı ilerleyen beyanlarında, müvekkilin kök ailesinin 1 gram dahi altı takmadığından bahisle müvekkilin herhangi bir ziynet alacağının bulunmadığını iddia etmiştir. Ancak Sayın Mahkemenizce de bilindiği üzere düğün veya nişanda kim tarafından takılmış olduğuna bakılmaksızın, takılan takı ve ziynetlerin kadına ait olacağına yönelik Yargıtay kararı bulunmaktadır. Davalı- karşı davacı iddiasında haksız olmakla beraber; haklı olduğunun kabul edileceği ihtimalde dahi takılan ziynetler davalı- karşı davacının ailesi tarafından müvekkile takılmış olsa bile söz konusu ziynetlerin müvekkile ait olduğunun kabulü gerekmektedir.

Davalı- karşı davacının evlenmeden önce kurulu evinin olması ve bu evde eşyalarının bulunması nedeniyle müvekkilin çeyiz eşyası dahi getirmediği yalan bir beyandan ibarettir. Yine müvekkilin, kendisine takılan su yolu setini, erkek kardeşinin düğününde taktığı iddiası da tamamıyla gerçeğe aykırıdır. Müvekkile takılan takı ve ziynetler, davalı- karşı davacı tarafından "geri vermek üzere" müvekkilden alınmış; davalı- karşı davacı tarafından bu ziynetlerle araba alınmış; ancak söz konusu ziynetlerin iadesi hiçbir şekilde müvekkilime yapılmamıştır. Bu sebeple dava dilekçesinde belirtmiş olduğumuz takı ve ziynet eşyalarının müvekkile aynen iadesini; bu mümkün değilse de fiili teslim tarihindeki rayiç bedel üzerinden ödeme yapılmasını talep ederiz.

Müvekkilin, taraflar tatile giderken önce "Sen merak etme, ben altınları emniyete aldım." demesi, daha sonra ise Kayseri dışında bir ile giderken altınları çantasında taşıdığını söylemesi hayatın olağan akışına aykırıdır. Zira ziynet eşyalarını saklamak için bir kere emniyetli bir yerin tespit edilmesi ile birlikte, daha sonra bu eşyaların kaybolabilecek türde bir çanta içerisinde muhafaza edilmesinin tercih edilesi hayatın olağan akışına ve maddi gerçeğe tamamıyla aykırı bulunmaktadır.

Yine müvekkil, altınları bozdurarak döviz yapmayı hiç düşünmemiş ve bunun teklifini davalı- karşı davacıya sunmamıştır. Davalı- karşı davacı, kendisine ait bulunan 38 BM *** plaka sayılı aracın bedelinin, babası Hasan Sami *******'ın Kırşehir Halk Bankası hesabından, kendisine ait bulunan Kayseri Halk Bankası Sanayi Şubesine gönderilen 14.100 Euro'nun bozdurularak karşılandığını, müvekkile ait herhangi bir ziynet eşyası ile bu aracın satın alınmadığını iddia etmiştir ki; davalı- karşı davacı bu iddiasında tamamen haksızdır. Söz konusu araç, müvekkile takılan ziynetlerle alındığından ötürü, mal rejiminden kaynaklanan tasfiye davasında ileri sürmüş olduğumuz gibi bu aracın müvekkil üzerine bırakılması gerekmektedir.

HUKUKİ NEDENLER : TMK, HMK, TBK ve yasal sair tüm mevzuat

HUKUKİ DELİLLER :

                                                               Nüfus kayıtları

                                                                         Sosyal ve ekonomik durum araştırması

                                                                         Ekran görüntüleri

                                                                         Video kayıtları

                                                                         Ses kayıtları

                                                                         Düğün ve nişan törenlerine ait fotoğraf ve video kayıtları- CD/ flash bellek şeklinde sunulacaktır.

                                                                       Tapu kayıtları

                                                                       Araç kayıtları

                                                                       Emniyet kayıtları

                                                                       Trafik tescil kayıtları

                                                                       faturalar

                                                                       Mahkeme dosyaları

                                                                       Kredi kartı hesap özetleri

                                                                       Sosyal medya kayıtları

                                                                       makbuzlar

                                                                       Hizmet dökümleri

                                                                       Arama kayıtları

                                                                       Mesaj kayıtları

                                                                       HTS kayıtları

                                                                       Davalının banka ve kredi kartı hesap hareketleri

                                                                       Tanık

                                                                       Bilirkişi

                                                                       Keşif

                                                                       isticvap

                                                                       Yemin ve karşı tarafın delil sunmasına karşı delil sunma hakkımız saklı kalmak kaydıyla yasal sair tüm deliller.

SONUÇ VE İSTEM :

Yukarıda arz ve izah olunan ve Sayın Mahkemenizce re'sen göz önünde bulundurulacak nedenlerle,

Tarafımıza ait haklı davanın kabulüne,

Tarafların TMK m.166 uyarınca "Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması" sebebiyle boşanmalarına karar verilmesini,

Tarafların müşterek çocuğu, 10/10/2015 doğumlu Aydost *********'ın yargılama sürecinde geçici velayetinin, yargılama sonunda kesinleşmiş boşanma tarihinden itibaren ise kalıcı velayetinin müvekkile verilmesine karar verilmesini,

Fazlaya ilişkin haklarımız saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00TL harca esas değer gösterdiğimiz düğün sırasında müvekkile takılan ziynet eşyalarının aynen iadesi, bu mümkün değilse fiili teslim tarihindeki rayiç bedeli üzerinden nakden iadesine karar verilmesini,

İşbu yargılama sırasında müşterek çocuk Aydost ******* lehine yargılama süreci boyunca 10.000,00TL tedbir nafakasına hükmedilmesini, yargılama sonunda kesinleşmiş boşanma kararı tarihinden itibaren ise her yıl ÜFE- TÜFE oranında artmak üzere 10.000,00TL iştirak nafakasına hükmedilmesine karar verilmesini,

Müvekkil lehine işbu evlilik sebebiyle yaşamış olduğu maddi zararlar sebebiyle 1.000.000,00 TL maddi tazminata, müvekkil lehine yaşamış olduğu üzüntü ve manevi zararlar sebebiyle 1.000.000,00TL manevi tazminata hükmedilmesine karar verilmesini,

Davalı- karşı davacı tarafından hukuki dayanaktan yoksun, asılsız ve mesnetsiz karşı davanın reddi ile işbu karşı davada, davalı- karşı davacı tarafından ileri sürülen tüm taleplerin reddine,

Davalı- karşı davacı tarafından ileri sürülen 1.000.000,00 TL maddi ve 1.000.000,00 TL manevi tazminat talebi olmak üzere toplam 2.000.000,00 TL tazminat taleplerinin reddine,

Yargılama giderleri ve karşı vekalet ücretinin karşı tarafa bırakılmasına,

Karar verilmesini saygılarımla vekaleten arz ve talep ederim. 02/01/2024

                                                                                                         DAVACI- KARŞI DAVALI VEKİLİ

                                                                                                                      Av. Gizem Gül UZUN